“Dünyanın dünyalığı saklıdır.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “ALIN TERİ GÖZ NURU” üst-başlığı altında çıkan “Kim Neyin Ve/Veya Kimin Önünde Duruyor?” başlıklı ve 20 Cemaziyelevvel 1443 (24 Aralık 2021) tarihli yazısından (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=102&KatId=7) yer yer yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı. İlk alıntı da başlığı teşkil ediyor.


“Dünyanın dünyalığı yani insanın yeryüzüne bırakılmışlığı veya bir batağa düşmüşlüğü bulunduğu yerin ‘yalan dünya’ oluşunda saklıdır. Cümleye dikkat: (bu yazının başlığını alıntı olarak teşkil eden cümle) (…) Bu dünyayı öbür dünya ispat ediyor. (…) Öbür dünya olmasaydı saklı oluş vakıasını ne ifşa, ne de teyit edebilirdik. (…)

(…) Doğru yolu bulmanın ancak Kur’an vasıtasıyla mümkün olduğuna inananlar dünya hayatıyla imtihan edildiğimize de iman eder. (…)
Ömrümüzün değeri kaç yıl yaşadığımızla değil ahlaklılık gücümüzden ölçülür. (…) Müslüman olanlar kendi yerlerinin büyük anlatının bir yerinde bulunduğunu kavramışlardır. (…) Ahiretin bilgi hazinemizde vazgeçilmez bir alanı işaret ettiğine akıl erdiremeyenler Allah’tan ümit etme bilgisine de yabancı kalır.


Yahudi ilâhiyatı her şeyin şahadet âleminde olup bittiği esası üzerine kuruludur. Hıristiyanlar ise dinlerini tutarsız hikâyelerle doldurmuşlardır. Tuhaf olan ‘din adamı’ olmadan bu iki dinin de devam etme gücünden mahrum kalışıdır.  (…) Modernlik içinde olan bitenin şahit olunan şeyden ibaret sayılması bir insanın akıllara dehşet salan cinayetleri işlediğinin bilinmesiyle aynı insanın Nobel Ödülü alması arasında bir fark bırakmamıştır. Zaten hiç olmadı ki, diyecekseniz buna herhangi bir itirazım olmaz. Hiç olmadı zira Müslümanlara karşı ama Sünnilere ve Türklere cephe alınarak sekiz sefer yapılan Haçlı Seferleri ‘Tanrı böyle istiyor’ şiarıyla başladı ve yürütüldü.  Sonuç Avrupalıların tatmin olmadıkları topraklara hapsedilmesine vardı. (…) Müstemlekeciliğin aslı esası budur.


Niçin dönüp dolaşıp sözü müstemlekeciliğe bağlıyorum? Çünkü Türklerin vatan bildikleri yerler dışında dünyada bütün hayat tarzları başladığı günden itibaren müstemlekecilikten etkilenmişlerdir. İşleyen bir köle efendi diyalektiği olmasaydı ne kapitalizmden, ne sosyalizmden ve ne de kapitalist olmayan bir kalkınma modelinden söz edebilecektik.  (…)  Batı Medeniyeti Avrupa’ya ayak uydurma çabalarındaki Türk kültürünü tepe taklak kılmak için ısrarla ve yıllarca bizden banka kurmamızı ve hayır kurumlarını devreye sokmamızı istedi. Böylelikle Batı denilince görünenden çok farklı bir mekanizmanın işlediği fark edilecekti. Para ticareti yapmayan kuruluşa banka demiyoruz.  (…) İş bu kadar sade mi? Elbette değil. Mark Twain’e sorarsanız: ‘Banka güneşli havalarda size bir şemsiye veren ve yağmur başlar başlamaz şemsiyeyi geri isteyen kuruluştur.’ Bankanın yaşama alanı yarattığı ortamda hayır kurumları para ticaretinde aklımızın almayacağı yöntemler icat edebiliyor.  


XIII. asırdan itibaren Türk kültürü, eğer öyle bir şeyi kabule hazırsak, tıpkı dili gibi Kur’an ve Sünnet üzerine inşa edilmiştir. Divan Edebiyatı’nın terk edilmesi ve hele bunun Tanzimat züppeliğine mahsus alaycı bir dille gerçekleşmesi alturizmi, digerkâmlığı, özgeciliği öne alan kültürümüzle değil ve fakat dilimizle oynanabileceği fikrine kuvvet sağladı. (…)
Sınıf bilinci denince Marxistler proletaryaya mensup olmanın bilincini anlıyor. İlk bakışta çok kolay anlaşılır gibi görünüyor; ama değil. Sanayileşmeden nasibini almış hiç bir toplum emeği ile geçinen insanların kim oldukları konusunda sarih bir fikir sahibi değildir. Hele kimlerin emeği ile geçinen insanların hayatını zehir edenler arasında olduğunu sorarsanız cevap yetiştirmeğe çalışanları ahmaklaştırmış olursunuz. 


İhtiyacın ne olduğunun bilincine vardığımızda hangi kafanın kırılacağını da açık seçik görürüz. Görür müyüz acaba? Kırılacak kafalar masum insanları kendilerine siper etmiyor. Bilakis masum insanların önünde duruyor onlar. Sınıf bilincine ermiş kişiler o kırılası kafalara neyi fırlatırlarsa çevik bir hareketle yana çekiliyorlar ve darbeyi masum insanlar alıyor. Masumlar ne yapacaklar da sınıf bilincine ermiş kişilerle aralarına giren kafası kırılası zümreden kurtulacaklar? Çok basit: İnsanlık derecelendirilmesinde masumiyetin değil, tövbekârlığın daha üst bir ahlâk seviyesi olduğunda karar kılarak. “

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked