“Evliyânın kelâmı, Hakk’ın kelâmı”
“Hak (Celle celâluhu) Hazretleri ale’l-ıtlâk (mutlak sûrette) mütekellimdir (konuşandır) ve ezelden ebede kadar, lâ-yenkatı’ bî-harf ü savt (kesintisiz, harfsiz ve sessiz) mütekellimdir. Onun her bir nebî ve velî ile kelâmı vardır; ve cümlesinin kelâmı müttehiddir, yani onda tenâkuz (çelişki) yoktur. “
“Her nerede olur isen ve ne halde bulunur isen, muhib ve âşık olmak için cehd et! Muhabbet senin mülkün olduğu vakit, kabirde ve haşirde ve cennetde tâ mâ-lâ-nihâye (sonu olmayan) muhib (dost) ve âşık olmak için cehd et! Muhabbet senin mülkün olduğunda, kabirde ve haşirde ve cennetde tâ mâ-lâ-nihâye muhib olursun. Buğday ekince buğday çıkar ve ambar içinde yine buğday bulunur; ve fırın içindeki dahî ancak o buğdaydır.
Mecnûn Leylâ’ya mektup yazmak istedi. Kalemi eline aldı, bu beyti söyledi: Nazmen çeviri: “Dîdemde hayâlin var, ismin de dehânımda / Mektûba ne hâcet var, zikrin dil ü cânımda.” (dehân: ağız)
İmdi (şu halde) hayâlin çeşmimde (gözümde) mukîmdir (yer edendir) ve nâmın da zebândadır (dildedir); ve zikrin ise samîm-i candadır (can içindedir). Dolayısıyla mektûbu kime yazayım? Sen buralarda cevelân ettiğin ( dolaştığın) için kalem kırıldı ve kâgıt yırtıldı. Çok kimseler vardır ki gönlü bu sözlerden mâlîdir (doludur). Şu kadar ki, her ne kadar buna âşık ve tâlib ve niyâz-mend olsa da, ibâre ve lâfızlar ile beyâna kâdir değildir. Buna taccüb olunmamalıdır; ve bu hâl aşkı mâni’ değildir; belki asıl ancak gönüldür ve niyâz ve aşktır. Nitekim çocuk süte âşıktır ve ondan meded bulur ve kuvvet alır. Bununla beraber her ne kadar onun cânı tâlib ve süte âşık ise de, sütü tarif edemez ve onun haddini ibâre ile beyân eyleyemez. (…) Oysa bâliğ olan kimse, sütü bin türlü tarif eder, ne ki sütten hiç lezzet almaz ve ondan hazzı yoktur.”v
(Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin FÎHİ MÂ FÎH isimli, Ahmed Avni Konuk tercümesi ve Dr. Selçuk Eraydın’ın yayına hazırlaması ile İZ Yayıncılık’tan çıkmış eserden bazı alıntıların oluşturduğu bir yazı.)
No Comments