Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-I’den alıntılar

 

Ebu’l-Hasen Gûrî hazretleri buyurur: “Tenzîh ederim şu zât-ı ecell ü a’lâyı ki, nefesini (nefsini) latîf kılıp O’na Hak adını verdi; ve nefesini (nefsini) kesîf kılıp, onu da halk diye isimlendirdi. Bu rahmânî nefes âlî iken, yani latîf zâtın nefeslenmesini müteakip kemâl-i letâfetinden sûretsiz iken, alçaldıkça soğuyup ve büzülüp şekiller ve sûretler kazanır. Rahmânî nefes de nefeslenmesi sırasında böylece latîf olup, tedrîcen beliren bulut hâline gelir ve âlemlerin aslî maddesi olur. Nitekim Şeyh-i Ekber (r.a.) Îsevî Fas’da bu hakikate işâreten keşf yolu üzere olan bilgi edinme ile buyururlar: şiir (tercüme olarak) : “Rahmânî nefeste olan şeylerin hepsi gecenin sonundaki ışığa benzer.” (s.45)

“Bilinsin ki, âlem ve Âdem’in iki itibarı vardır. Birisi zâtı yönündedir; ve onların zâtı önceden yok idi, sonradan var oldu. Ve diğeri mutlak varlık yönündendir ki, bütünde yayılandır. Onun herkes ve her şeyle nisbeti vardır. Bu itibar ile insan ‘üns’ten (alışıklık, yakınlık) türemiştir, derler. Kâmil insan asıl olarak (S.a.v.) Efendimizdir. Zira onun hakikati hakikatlerin tümünü toplayıcı olan ulûhiyyet mertebesidir. ‘Allah’ ismi onun özel Rabbidir. Bu ismin altında içkin olan tüm isimlerde itidâl vardır. Yani birinin diğerine galebesi yoktur. (…) Kâmil insan Hakk’ı tenzihde teşbih ve teşbihde tenzih eder. Tenzihde “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım.” (Fussılet, 41/6) buyurur; Sırf tenzih ilâhî marifetin yarısıdır. Sırf teşbih de varlık hakikatinden câhilliktir. Buna itikad zındıklıktır. Sırf tenzih sınırlamadır. Sırf teşbih de mutlak varlığı bir sûret kaydı ile kayıdlama ma’nâsına gelir. Bu vartalardan kurtulmak için “O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır.”(Hadîd, 57/3) ve “Şüphesiz Allah âlemlerden müstağnîdir.” (Ankebût, 29/6) âyet-i kerîmeleri vardır. (s.63-64)

“Kıyâmetin türleri vardır. İlki her an ve saatte vuku bulandır. Zira âlemler her ânda gaybdan şehadete ve şehâdetten gayb âlemine dâhil olur. Ve bu âlemlerin fâsidât ve kâinât ve mânâlar ve cisimler gibi bi’l-cümle türlerinin şehadetten gayba ve gaybdan şehadete duhûl ve hurûcunu ihata yolu üzere ancak Cenâb-ı Hak bilir. Bunda O’nun dışında hiç kimsenin iştiraki yoktur. İkincisi; çaresizlik ölümü ile vaki olandır . Nitekim (S.a.v.) Efendimiz, ” Ölen kimsenin kıyameti kopar” buyururlar. Üçüncüsü; irâdî ve ihtiyârî ölüm ile olur. Dördüncüsü; ârifîn-i billah hazretlerine fenâ-fillah ve bakâ-billahdan sonra tam vahdet ve kahra uğrama çokluğu hâlinin zuhûrudur. Ârifin nefsinde olan bu tecellîye de ‘büyük kıyâmet’ derler. Beşincisi; bi’l-cümle kâinat için va’d olunmuş ve beklenen kıyâmettir. Hak Teâlâ “Kıyâmet vakti de gelecektir.”(Hac, 22/7) ve “Kıyâmet günü mutlaka gelecektir” ( TâHâ,20/15) ve emsâli Kur’an âyetleridir.” (s. 77)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked