Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-IV Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk Birkaç alıntı

 

Hazırlayanlar : Prof. Dr. Mustafa Tahralı Dr. Selçuk Eraydın M.Ü. İFAV Altıncı Baskı İstanbul – 2017

“Her şeyin ezelî istidâdı ne ise, bu rahmetin nüzûlünde îman ve hidâyet ve ni’met ve zevk ve râhat gibi tab’a mülâyim gelen; ve küfür ve dalâlet ve nıkmet (belâ) ve elem ve rahatsızlık gibi tab’a gayr-ı mülâyim gelen bir takım ahvâl o şeye vârid olur. Şu halde rahmet-i ilâhiyye, mahzâ vücûd verdiği için, mülâyim olsun, gayr-ı mülâyim olsun hepsine vâsi’ oldu.

Halkın isti’dâdına vâbestedir âsâr-ı feyz / Ebr-i nîsândan sadef dürdâne, ef’î semm kapar.

İşte bunun gibi zât-ı ahadiyyette mahfî olan esmâya rahmet-i zâtiyye-i âmmenin şümûlü ale’s-seviyedir (seviye üzeredir). Mülk, 67/3 âyet-i kerîmesi mûcibince rahmet-i rahmâniyyenin her bir ism üzerine sereyânında (yayılmasında) tefâvüt (farklılık) yoktur. Tefâvüt ancak ilâhî isimlerin isti’dâdatındadır. Rahmet-i rahmâniyyenin feyezânında Hâdî isminin mazharı olan aynda hidâyet sûreti, ve Mudill isminin mazharı olan ayn’da dahi dalâlet sûreti zâhir olur.

Ve tahkîkan biz Fütûhât-ı Mekkiyye’de zikrettik ki, muhakkak ‘eser’, mevcûd için değil, ancak ma’dûm için vâki’ olur; ve her ne kadar mevcûd için olursa da ma’dûmun hükmü hasebiyledir; ve bu ilim garîbdir ve nâdir mes’eledir; ve onun hakikatini ancak evhâm sâhipleri bilir. İmdi bu ilim, onların indinde zevk ile hâsıl olur; velâkin kendisinde vehm etkili olmayan kimse bu meseleden uzaktır.

Yani Fütûhât-ı Mekkiyye nâmındaki münîf cesîm eserin yetmiş üçüncü bâbında mastûr (yazılı) olan 22., 23. ve 24. suallein cevâbında; ve kezâ 558. bâbındaizah buyrulduğu üzere: Eser vücûd-i Hak’ta etkili olan a’yân-ı sâbite-i ma’dûme için vâkidir; yoksa Hakk’ın vücûdu için vâki değildir. Hak varlığını muktezî olan şey, a’yânın istidâd ve kâbiliyetlerine göre, ifâza-i vücûd etmektir; ve eser, her ne kadar Hak varlığı için sâbit ise de, bu sübût, ma’dûmun hükmü hasebiyledir. İlâhî nisbetler olan esmâ, ahadiyyet zâtında yokluk hâlinde iken, müsemmâları olan Hak’tan kendilerine varlık vermesine hükmederler. Hakîkî mevcûd olan Hak dahi, ma’dûm olan nisbetlerinden etkilenip, onlara vücûd vermesine yönelir. Dolayısıyla eser, ilk olarak ma’dûm için mevcûdda zâhir olur; daha sonra ma’dûm olan nisbetlerin hükmü ve talebi hasebiyle Hak varlığı için sâbit olur.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked