Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-IV’ün Zekerâvî Kelimede içkin “Mâlikî Hikmet” Beyânında olan Fas’tan alıntılar
Tercüme ve Şerhi merhûm AHMED AVNİ KONUK’a ait olan eserin bu Cildinin Kelime-i Zekerâviyye’de İçkin “Mâlikî Hikmet” Beyânında olan Fas’tan bazı alıntılar bu yazıyı oluşturacak.
” (…) Zekeriyyâ (a.s.)ın varlığında dahi Hak iki şe’n (iş / olay) ile zâhir oldu. Şu halde Hak Teâlâ hazretleri “Mâlik-i yevmi’d-dîn” olduğu gibi “Mâlik-i Zekeriyyâ” oldu. Çünkü Hak Teâlâ anılan yevm’de bazan rahmet ve bazan azâb eder; ve bu günde rahmet ve azâbda zuhûru ile onun mâlikiyyeti zâhir olur. İşte Zekeriyya (a.s.)ın varlığında dahi Hak bu iki şe’n ile zâhir oldu. Rahmeti ile zuhûru budur ki, zevce-i muhteremesi âkır (kısır) ve kendisi pek ihtiyar olduğu halde “Bana katından bir velî bağışla” (Meryem, 19/5) diyerek Hak’tan bir sâlih oğul taleb etti. Ve Hak Teâlâ da duasını müstecâb edip, o hazretin hâiz olduğu maârif-i ilâhiyye ve esrâr-ı rabbâniyye ve ahlâk-ı hamîdeye vâris olarak ona Yahyâ (a.s.)ı bahşetti. Ve nıkmetle (şiddetli ceza ile) zuhûru budur ki, Hak Teâlâ onu şiddetle ahz etti ; / o hazreti testere ile küffar ikiye biçtiler. O da buna sabredip, mahzar olduğu (hazır bulunan) hâs ismin gereği olarak Hak’tan bu belânın kaldırılmasını taleb etmedi. İşte bu sebe binâen “mâlikî hikmet” Zekerâvî Kelimeye tahsîs kılındı. Mesnevî: Tercümesi: İmdi (Şu halde) kıyâmet ol, kıyâmeti gör; her şeyi görmek için bu şarttır. Akl olursan, aklı kemâliyle bilirsin.
Süleymânî Fass’da tafsîl olunduğu üzere “rahmet”, biri zâtî, diğeri sıfâtî olmak üzere iki kısımdır. Bunlar da özellik ve genellik itibâriyle iki kısımdır. Her şeye vâsi olan rahmet “rahmet-i âmme-i zâtiyye” dir; ve bu rahmet Hakk’ın zâtının gereğidir; çünkü Hak bizzat “Cevâd”dır. (Cömert, eli açık). Eğer böyle olmasa, Hakk’ın mutlak varlığında zuhûr bulunmazdı. İşte Hakk’ın zâtının gereği olan bu rahmet sâyesinde, ahadiyyet zâtında gizli olan nisbetler ve Hak şuûnâtı (hâdiseleri) onun kendi / zâtında kendi zâtına tecellîsi sûretiyle, ilminde sübût buldu. Ve Hak ahadiyyet zatında sıkıntı içinde kalmış olan esmâsını rahmânî nefesi ile nefesslendirip, onlara ilmî varlık vermek sûretiyle cümlesini bu sıkıntıdan âzâd etti. Bundan dolayı bu rahmet, hükmen her şeye yayıldı. Ve rahmet-i âmme-i zâtiyye gereğiyle, ilimde sübût bulan sâbit hakîkatlerin sûretleri, kendi hükümleri dairesinde, kevnî hakîkatler sûretleriyle zâhir olduğu cihetle, bu zâtî rahmet, şu içinde bulunduğumuz şehâdet mertebesinde de varlık bakımından her şeye yayıldı. Şu hâlde Hak rahmeti bilcümle nisbetlere ve sâbit hakîkatlere ve hâriciyyeye şâmil olunca, ademî nisbetlerden ibâret olan gazaba dahi şâmil bulunur. Ve bundan dolayı gazabın varlığı dahi, gazaba olan ilâhî rahmetden ileri gelir.Fakat gazabın Hakk’a nisbeti, rahmetin Hakk’a nisbetinden sonradır; çünkü gazab rahmete nisbetle ârızî (gelip geçici) bir şeydir. (…) Dolayısıyla gazab yoklukla ilgili nisbetlerdendir. (…) Gazab, Hakk’a nisbetle merhûmdur; çünkü Hakk’ın rahmânî tecellîsiyle var olmuştur. Ve var olan her şey Hakk’ın rahmânî tecellîsiyle var olmuştur. Ve mevcûd olan her şey rahmânî tecellî ile merhûmdur (rahmetlidir). (…)”
No Comments