Fütûhât-ı Mekkiyye 10. Cild, 270.Bölüm’den alıntılar
“Allah seni kendinden bir ruh ile desteklesin; bilmelisin ki, nebîlerden bu menzile ulaşanlar dört kişidir: Hz. Muhammed, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak. Velîlerden ise iki tanedir: Hz.Peygamber’in torunları Hasan ve Hüseyin! Bununla birlikte zikredilen bu isimlerin dışındaki (velî ve nebîlerin de) imamlıktaki mertebesine göre bu menzilden belli bir payı vardır.
Bilmelisin ki, kutuplar ve sâlihler belli isimlerle adlandırılmış olsalar bile, bu mertebede ancak ‘kulluk’ ile kendilerini yöneten isme çağrılırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ” Allah’ın kulu O’na ibadet için ayağa kalktığında…” (el-Cin 72/19) Böylelikle, babası kendisini Muhammed veya Ahmed diye adlandırmış olsa bile, onu Abdullah (Allah’ın kulu) diye adlandırmıştır. Öyleyse kutup her zaman bu birleştirici isme tahsis edilmiştir. Bu yönüyle o, bu mertebede Allah isminin kuludur.
Onlar, makamın kendisini talep ettiği bu özel isimde ortak olsalar bile, derece derecedir. Bu yönüyle bir kısmı, bu isimden başka diğer isimlerden birisine tahsis edilmiş olabilir. Böylelikle o isme izafe edilerek kutupluk makamının dışında çağrılır. Buna örnek olarak Hz. Musa’yı verebiliriz. Onun adı, (kendi özel ismi yönünden)Abdüşşekûr’dur (eş-Şekûr’un kulu). Davûd’un kendisine özgü ismi ise, Abülmelik’tir (el- Melik’in kulu). Hz. Muhammed’in özel ismi ise Abdulcâmi’dir (el-Cami’nin kulu). Her kutbun genel ismine -ki bu isim Abdullah’tır- ilave özel bir ismi vardır ve onunla çağrılır. Kutbun, sona eren nebîlik zamanında bir nebî olması veya Hz. Muhammed’in şerîatı zamanında bir velî olması durumu değiştirmez. İki imam da böyledir. O ikisinden her birine özgü bir isim vardır. Bulunduğu vakitte her imam o isimle çağrılır. Soldaki imam Abdülmelik, sağdaki Abdurrab’dır. Onlar kutup için iki vezirdir. Hz. Peygamber’in devrinde Ebu Bekir Abdülmelik, Ömer Abdurrab idi. Peygamber vefat ettiğinde ise, Ebu Bekir Abdullah, Ömer Abdülmelik olmuş; Ömer’in makamına vâris olan imam ise Abdurrab diye isimlendirilmiştir. Kıyamete kadar iş böyle devam eder. Hasan ve Hüseyin (ra.) kendisiyle nitelenen diğer insanlara göre bu makama daha sağlam yerleşmişti. İlâhî sünnet, makama yerleşen kutubun yakınlık ve temkin meclislerinden birisinde bulunması şeklinde cereyan etmiştir. Onun adına o meclise büyük bir taht konulur. İnsanlar onun heybetine baksalardı, akılları başlarından çıkardı. Kutub o tahtın üzerine oturur ve Allah’ın kendisine vermiş olduğu iki imam önünde. İlahi biat ve halife atanmak için, Kutub elini uzatır. Melekî ruhlara, ruhânîlere, cin ve insanlara tek tek kendisine biat etmeleri emredilir. Çünkü Hakk’ıen katı, herkesin ulaşacağı bir yer olmaktan münezzehtir ve ona tek tek gidilir. Bu makamda kendisine biat eden her ruh, ona soru sorar. Başka bir ifadeyle, her ruh kutuba herhangi bir konuyu sorar, o da, orada bulunanlar bilgideki mertebesini öğrensin diye, bu soruya cevap verir, hangi ilahî ismin kendisine tahsis edilmiş olduğunu da öğrenirler. Biz bu ilahî biatleşme hakkında müstakil büyük bir kitap yazmış ve onu Mübayatü’l-Kutub fî-Hazreti’l-Kurb diye isimlendirmiştik. O kitapta sorulan ve cevaplanan sorulardan pek çok meseleyi zikrettik. Kutuba ancak temiz yakın ruhlar biat edebilir. Biat eden cin ve insan ruhlarından ise, kutubların ruhları soru sorar. Biz o kitapta onların sorularını ve kendisine verilen cevapları yeterli ölçüde zikrettik. Kendi zamanında kendisine biat edilen bütün kutupların durumu böyledir.
Bu bölümde onun bazı hallerini zikredelim. Bunlar, kendine özgü haller değil, bütün kutuplara özgü hallerdendir. Ben bu kitabımda bu konuyu bilen bütün âriflerin âşina olduğu yöntemden ayrılmadım. Uzak imama dair söz edersek, o Rabbinin kuludur. Çünkü onun hali, kendilerini günahları işlerken gördüğü için âleme şefkat ederek ağlamaktır. (…) Sürekli olarak Allah’ın kullarına dua eder, onlara merhametlidir, Allah’tan kendilerini itaatlerin yoluna sevk etmesini ister. (…)

No Comments