Fütûhât-ı Mekkiyye 18. (son) cild, s.196-215 arasından alıntılar
“Bütün bu durumlarda Allah’ı zikreden ve O’nun karşısında huzur sahibi olan kul, kendisinden yemek ve su isteyenin Hak olduğunu görür, O’nun kendisinden istediklerini yerine getirmek üzere koşuşturur. Çünkü insan kıyamette ihtiyacı nedeniyle kendisinden su veya yemek isteyen dilencinin hâlinde ve durumunda olup olamayacağını bilemez. Öyle bir durumdaysa Allah da onun ihtiyacını karşılar. ‘Onu benim katımda bulurdun’ ifadesi bu demektir. (…) Her şey Allah’a aittir ve Allah seni halife olarak görevlendirdiği maldan infak etmeni emrederek şöyle demiştir: ‘Sizi halife kıldığı mallardan infak ediniz.’ (el- Hadid 57/7) O maldan infak ettiğinde, Ecrin ve sevâbın artar. Güzel bir söz veya kendisinden memnun, tatlı bir çehreyle bile olsa, dilenciyi kovma! Sen Allah ile karşılaşacaksın. Hz. Hasan -veya Hüseyin- dilenci bir şey istediğinde, istediğini vermek üzere koşar ve şöyle derdi: ‘Hoş geldin, safâ geldin! Sen benim azığımı âhirete taşıyacak kişisin.’ Hz. Hüseyin dilenciyi yükünü taşıyan birisi olarak görmekteydi. Allah insana bir nimet verip de başkasına onun fazilet ve ihsânını yüklemediğinde, kıyamette onu kendisi taşır ki, onun hesabı kendisine sorulabilsin. Bu nedenle Hz. Hasan şöyle derdi: ‘ Dilenci azığı ahirete taşıyandır. ’ Bu sayede kendisinden taşıma yükü kaldırılmış olur.
Kullara haksızlık etmekten sakınınız. Kullara haksızlık ( zulüm ve karanlık ilişkisiyle) kıyamet gününde karanlıklar (zulümât) olarak ortaya çıkacaktır. Muhtâcın hal diliyle senin malında bir hakkının çıktığını bilmen gerekir. Allah bu bilgiyi sana onun hakkını ödemen için öğretti; aksi halde sorumlu olursun. Onun ihtiyacını karşılayacak güce sahip değilsen bile, Allah’ın o kişinin halini boş yere öğretmediğini bilmelisin. Bu durumda bilmen gereken şudur: Allah onun halini sana ihtiyacını karşılayıp sıkıntısını çözecek (imkân sahibi) birinin nezdinde güzel sözle yâd ederek ona yardımcı olmanı istemiştir. Bunu da yapmazsan, en azından kendisine dua etmelisin. Bütün gayretini harcayıp yapabileceğin tek iş o olduğunda dua edilir. Bunu yapmaktan gâfil olduğunda, o hak sahibine zulmedenlerden olursun. Yoksul o andaki ihtiyacı nedeniyle ölürse durum böyledir; ölmez ve başka biri ihtiyacını karşılarsa, hiç kuşkusuz, fark etmeden o kardeşin senden yükümlülüğü düşürmüş sayılır. Mümin müminin kardeşidir, onu kendi hâline bırakmaz. İhtiyacını karşılayan mümin böyle bir niyet taşımamış olsa bile, gerçekte durum böyle olduğu gibi Allah da onu böyle kabul eder. Hal diliyle dilenen birisine muhtaç olduğu şeyi verirsen, daha önce onun (hakkını vermeyerek) mahrum bırakan birinci kardeşinin adına vermeye niyetlen, o hayırla mümin kardeşini kendine tercih ederek onun adına yap! O mümin fakirin ihtiyacını (karşılamayarak) senin bu hayrı yapmana vesile olmuş, bu hayra ulaşmanı sağlamıştır. Halbuki dilencinin istediğini verseydi, fakir verilenle yetinir, sen de o iyiliği ve hayrı bulamazdın. Arifler verirken böyle bir niyetle verirler. Başka bir ifadeyle arifler halleriyle ve sözleriyle dilenen muhtaçlara böyle verirler. ‘ Dilenene gelirsek, onu kovma .’ (ed- Duha 93/10) Bu dilenmenin manevî veya maddî bir halle ilgili olması birdir. Bu itibarla bilgi ve onu öğretmek bu konuyla ilgilidir. Mesela şaşkın hidayet talep ederken, aç olan yedirilmeyi, çıplak onu havanın sıcak ve soğuğundan koruyacak veya avret yerini örtecek elbiseyi talep eder. Cezalandırabileceğini bilen cani de suçunu affetmeni ister. Şaşkına hidayet yolunu göstermeli, açı doyurmalı, susamışa su vermeli. Garip gurabayı gözetmeli. Buna mukâbil Allah ‘âlemlerden müstağnîdir. (Âl-i İmrân 3/97) Yine de insanların dualarına icâbet eder, ihtiyaçlarını karşılar, onlara ulaşan zararları defetmek üzere O’ndan yardım istenir.
Allah’ın haklarından en zorunlu olanını yerine getirmen gerekir. Zorunlu hak, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Bu şirk bazen yeryüzüne yerleştirilen sebeplere itimat etmek, onlara kalben yönelmek, onlardan mutmain olmak şeklindeki gizli şirk olabilir. Mutmainlik kalbin sebeplere ve sebepler nezdinde bulunanlara yönelmesi ve dinginlik bulması demektir. Öyle bir davranış müminde bulunabilecek en değersiz dinî işlerden biridir. Bu durum -Allah daha iyisini bilir de –Onların çoğu Allah’a ancak şirk koşarak iman ederler (Yusuf 12/106) ayetinin işarî yorumudur. Kasdedilen, Allah’a gizli ortak koşmadır. O şirkle beraber Allah’ın varlığına iman edilirken fiillerinde -yoksa ulûhiyetinde değil-Allah’ın birliğine imanda bozukluk vardır. Ulûhiyetinde birliğine iman etmemek ise açık şirk demektir ki, böyle bir şirk Allah’ın varlığına değil, ilahlığındaki birliğine iman etmekle çelişir. Sahih bir hadiste Hz. Peygamber’in şöyle söylediği aktarılır: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkının ne olduğunu bilir misiniz? O’na ibadet etmeleri, hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamalarıdır.” Hadiste ‘şey’ kelimesi belirsiz getirilmiş, açık veya gizli şirk ona dahil kılınmıştır. Sonra şöyle demiştir: “Onların Allah’a karşı hakları nedir, bilir misiniz? Kendilerine azap etmemesidir.” Burada aklını “onlara azap etmemesi ifadesindeki (doğrudan söylenişe) vermelisin! Onlar Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmadıklarında, Allah’a taalluk eden bir düşünceleri kalmaz. Çünkü onlar Allah’tan başkasına yönelmemişlerdir. Buna mukabil Müslüman olmakla çelişen bir şirk koştuklarında veya âdet haline gelmiş sebeplere bakmak anlamındaki gizli şirki koştuklarında, Allah o sebeplere dayanmalarına karşılık kendilerine azap eder. Onlar yok olmağa yüz tutmuş şeylerdir. Var olduklarında ise yok olacakları vehmi ve kendilerinden eksilenler nedeniyle acı çekerler. Allah’a herhangi bir sebebi ortak koşmadıklarıında veya varlık ve yokluklarına değer vermediklerinde, durum farklıdır. Onların itimat ettikleri Allah, hesap etmedikleri yönden varlıkları getirebilecek güçtedir. Nitekim şöyle der: “Kim Allah’tan sakınırsa Allah onun adına bir çıkış yaratır, farkında olmadığı yönden onu rızıklandırır.’’ Şair bu konuda şu dizeleri söylemiştir: Kim Allah’tan sakınırsa O yaratır / Güçlükleri için kolaylık / Hesapsız rızık verir bir de / İşi daralırsa önünü de açar
Takvaya ulaşmanın alâmeti, hesap edilmeyen yönden rızkın insana gelmesidir. Hesap ettiği ve beklediği yönden rızkın kendisine geldiği insan takva makamına ulaşmadığı kadar Allah’a da itimat etmiş sayılmaz. Çünkü yorumların birisinde takvanın anlamı, kendilerine itimat edilmesi nedeniyle kalbe tesir etmelerine karşılık “Allah’ı siper edinmek” demektir. İnsan kendini pek iyi gören olduğu gibi kime daha çok itimat ettiğini, nefsinin kime/neye güven duyduğunu bilir ve mesela şöyle demez: “Allah bana yoksulları gözetmek üzere çalışmayı emretmiş, onların nafakasını karşılamayı farz kılmıştır. Ben de -âdet üzere- Allah’ın yoksulları rızıklandırmada vesile kıldığı sebeplere yönelmeliyim.” Böyle bir söz ve davranış, söylediğimizle çelişmez. Biz kalbinle sebeplere bağlanmak, onlar nezdinde sükûn bulmak hususunda senin dikkatini çekiyoruz; yoksa sebepleri kullanma demiyoruz!
Bu bölümü yazdığımda uyudum. Ardından daha önce bilmediğim iki dizeyi okurken kendimi buldum:
Sadece Allah‘a itimat et / Her şey Allah’ın elinde / Sebepler O’nun perdesi / Sadece Allah ile beraber ol
Kendine bakmalısın! Kalbinin sebeplere bağlandığını görürsen, imanını eleştir ve belirttiğimiz adam olmadığını fark et. Kalbinin sadece Allah’a karşı sükûn bulduğunu, belirli bir sebebin varlık ve yokluğunun senin gözünde eşit olduğunu görürsen -fakat bu hali müşahede etmen sebebin bulunmadığı vakitte ortaya çıkmış olması lâzım-, Allah’a iman etmiş ve hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamış (sözünü ettiğimiz) ‘o adam’ olduğunu bilmelisin! Böyle bir durumda ‘az’ kişilerden birisisin ve rızkın hesap etmediğin yönden gelir. Bu da Allah’ın takva sahiplerinden olduğun hakkında sana bir müjdesidir. Âyetin sırlarından birisi de şudur: Allah seni senin hazinende, hükmün ve tasarrufun altında bulunan âdet haline gelmiş bir sebepten rızıklandırırken de sen takva sahibi olabilirsin. Yani sen Allah’ı siper edinmiş iken O da seni koruyan ve muhafaza edendir. Bu esnada takva sahibi olman, hesap etmediğin yönden O’nun seni rızıklandırmasından bilinir. Çünkü kendi zannına göre Allah’ın seni rızıklandırdığını bilmiyordun. Sana göre (rızık için) elinde olan ve nezdinde bulunan bir şey olmalıdır. Bu durumda Allah, elinde olan ve nezdinde bulunan bir şey olmalıdır.

No Comments