“Gazete yazısı deyip geçilmez” sözünü haklı kılan gazete yazıları da var!..

 

Böyle değerlendirdiğim iki gazete yazısından alıntılar sunacağım.

İlki Gökhan Özcan‘ın “Dinleyecek biri” başlıklı yazısından:
“(…) Söylemek istediği her şeyi söyleyerek giden var mıdır şu dünyadan? Muhtemel ki yoktur. Her yaşayanın yaşayamadığı bir şeyler kaldığı gibi, her söyleyenin söyleyemediği bir şeyler de kalır öylece içinde. Tamam, kalsın. Söylemeyi istediklerimizin bir kısmını söyleyebilmeyi de bahtiyarlık sayar geçeriz. Ve fakat, yaşadığımız şu velveleli hayat, öyle bir yere doğru gidiyor ki; Allah-u âlem bir zaman sonra bir şekilde söylenebilen sözleri, iyi kötü dile getirilebilen meramı da can kulağıyla bir dinleyen bulunamayacak diye endişe ediyoruz. Öyle ya; hayatımıza el koyan, günlerimizi tıka basa dolduran, adeta bize nefes alacak zaman bile bırakmayan bunca meşguliyetin arasında hangimizin bir başkasının iç dünyasına, duygularına, hassasiyetlerine, hikayesine bakmaya mecali, dikkati, sabrı olacak, olabilecek? (…) Nasıl bir felakettir bu, düşünebiliyor musunuz? Baş döndürücü bir hızla dönen bir zaman, hıncahınç insanla dolu karmakarışık bir dünya ve birbirine sağır milyonlarca insan…

(…) İnsanın yaşamanın yerine ikame etmeye çalıştığı mecralarda, her şey, dolayısıyla insan da hikayesiyle birlikte çılgınca akıp bir kayboluşa dökülmüyor mu? (…) Orada kimse var mı gerçekten? Bizi duyan, dinleyen, anlamaya gayret eden, buna ayıracak vakti, gücü, alakası olan, hikayesini başkalarının hikayesiyle yüzleştirecek kadar insanlığı olan… (…) Her insan müstesna değil miydi, duygularıyla, düşünceleriyle, hayalleriyle, hikayesiyle? Her söylenenin, her yazıya dökülenin trend tornalarından geçirildiği, standart kalıplara döküldüğü bir mecrada, kimin bir başkalığı, bir farklılığı, bir kendine özgülüğü, bir istisnaî ahvali, hissedişi olabilir ki? Orada, kim aklını ve kalbini bütün bunlardan alarak bir insanın içinden geçene can kulağını verebilir ki?

(…)

Bir de soru bırakalım yazının sonuna: Hayatın artık hepimizi fazlasıyla yormakta olan derin uğultusu, insanların işitilmediği için havada asılı kalan sessiz feryatlarından geliyor olabilir mi? ”
https://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhanozcan/dinleyecek-biri-2050425

İkincisi Mevlana İdris‘in “Saatler yavaş günler hızlı geçerken” başlıklı yazısından:
“Adalet yoksa kuşlar bile uçamaz.
(…)
Herhangi bir haksızlığa razı olmak ve haksızlık karşısında susmak ise insanı çürütür.
(…)

Kalbimiz derinlerde…

(…)

Bazan bir taş atarız kalbimize.
Oradan gelecek sesi beklerken, yıllar da geçebilir; saniyeler de.
(…)
Eğil bir bak. Kalbin nerede? Kalbin nerede?

(…)
Kim çalıyor kapımızı?
En son kimin için bir tabak çorba çıktı bu evden?
(…)

Oruçlu iken ruh sürekli yükselir.
(…)
Böyle olmuyorsa, “oruç” diye tuttuğumuz şeye daha yakından bakmak gerekmez mi?

Temel bir yanılgımız var;
Dünyada yalnızca kendimizin yaşadığını sanmak…
(…)

Biraz eğilir misin?
Eğil bak, çiçek bir şey söylüyor.
(…)

Hakikati arıyorsan üzerine başka türlü yağmurlar yağabilir.
Islanmak hoştur bu yağmurda.
(…)

Canlılar içinde yiyeceğini dağıtan yalnızca insandır.
Ama sanki bu gerçeklik uzaya gitti.
(…)

(…)”
https://www.karar.com/yazarlar/mevlana-idris/saatler-yavas-gunler-hizli-gecerken-10192

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked