“Hakikat denizinin gemisi Allah ismiyle yürür, Allah ismiyle durur; başka bir isimle yürümez ve durmaz.”
Abdülkerîm el-Cîlî‘nin (m.15. yy.da yaşamış, ömrü yaklaşık 60 yıl) İnsân-ı Kâmil adlı eseri dilimize Abdülaziz Mecdi Tolun (m.1865-1941) tarafından tercüme edilmiş, merhum Yrd.Doç.Dr. Selçuk Eraydın, Ekrem Demirli ve Abdullah Kartal tarafından yayına hazırlanmış ve İz Yayıncılık’tan 4. Baskısı 2015’de çıkmıştır.
Bu eserin Fâtihâ-i Kitâb hakkındaki Kırkıncı Bâb’ının sonlarından yapacağım bazı alıntılamalardan oluşacak bu yazı.
“Muhammed azîzu’n-nefsdir(kendisi azîz/izzetli). İmân etmediğiniz takdirde çekeceğiniz zahmet ve meşakkatler size merhametinden dolayı ona dönücüdür. Mü’minlere harîstir/çok düşkündür, raûftur/çok şefkatli/merhametlidir, rahîmdir/rahmet edici/esirgeyici” (Tevbe, 9/128) Zîrâ Peygamberin rahmetine nıkmet/ intikam kederi karışmamıştır. Onun için ‘âlemlere rahmet’ olmuştur.
Cenâb-ı Hak, fâtihâda ‘el-hamdulillah’ dedikten sonra, bunun tefsirinde izah olunan insan ferdlerinden her ferdin zât hakikatı olan Muhammedî Hakikati ‘Din gününün mâliki/meliki (Fatiha,3) diyerek nitelemiştir. Melik, kuvveti ‘şiddetli’ olan ‘hâkim’ (egemen) demektir. Yevm, eyyâmullah’tan birisi olan ilâhî tecellî demektir. Dîn ‘edâne’dendir; ‘borçlandırmak’ demektir. Şu halde ‘din günü’, mevcûdatın kabûle mecbur olduğu rabbânî tecellîden ibarettir.
Sonra fâtihada Cenâb-ı Hak, yine halk (yaratık) lisânıyla ‘Bize doğru yolu göster’ anlamında buyurdu. ‘Bismillahirrahmanirrahîm’ den ‘malikiyevmiddîn’e kadarki kısım Hakk’ın lisanıyla Hakk’ın kendinden haber vermesidir. Sonraki yarısı ise yaratık (kul) lisanıyla Hakk’a karşı hitâb etmedir. Bundan dolayı sırât-ı müstakîm, Hakk’ın zâtıyla zâtına tecellîsinden ibâret olan yoldur. Kur’an’da ‘sırâtullah’ tabiri buna işarettir; zuhûr tecellisine giden yol demektir. Sırâtallezîne en’amte aleyhim buyurdu. ‘Varlığınla ve görmenle /şahid olmanla nimetine mazhar olanların yolunu göster’ demektir. Bu tür nimete nail olanlara Cenâb-ı Hak ilâhî yakınlık nimetleriyle tecellî eder ve onlar ‘mağdûb-ı aleyh’ değildir. ‘Ğayri’l-mâğdûbi aleyhim’ buyurması bunun içindir. Cenâb-ı Hakk’ın ‘veladdâllîn’ buyurması Hakk’ın hidâyetinde ‘dalâlete uğramayanlar’ demektir. (…) Dalâlette olanlar Hakk’ı bulmayanlardır. Ne ki, Allah’ı bulmamışlar ise de rızasını bulmuşlardır. Hak bunları yanında değil civarında iskân eder. Hak onlara ‘Ey kullarım benden temenni edin’ dediğinde ‘Yâ Rabbi rızanı temenni ediyoruz’ demişlerdir. Cevapta onlara ‘Benim rızamın mükafatı sizi civarımda iskândan ibaret kalır, temennî edin’ diye tekrar sorduğunda yine ‘Ya rabbi, rızandan başka bir şey temenni etmeyiz’ demişlerdir. Çünkü bu kabilden olanlar Hakk’ı bilemezler; bilselerdi Hakk’ı temenni ederlerdi. Özetle: Bu kabilden olanlar, cennetlerin bahçelerinde âlemlerin nimetlerine ulaşmış durumdadırlar. Fakat Hak onlara zâtıyla tecellî etmez. Onlar Rahman’dan dalâlette, cennetlerin lezzetleriyle nimettedirler. Bunu anla!
Allah hakkı söyler ve doğru yolu gösterir.”
No Comments