“Harf, Nokta Ve Keşideye Dair Hususi Birkaç Söz”

 

Prof. Dr. İsmail Kara‘nın alıntıladığım bu başlık altında çıkan yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Daha ondört yaşlarının başında bir çocuk olarak İstanbul’un bereketli ve cazip iklimine adım attıktan kısa bir süre sonra hat ve musiki ile ilgilenmek gerektiği hususunda belli belirsiz bir hissiyatın içimde canlandığını hatırlıyorum. Halbuki o yıllarda İmam Hatip Okullarında hakim olan ana temayül sanat ve edebiyat olmadan da ilmî ve fikrî bir çabanın rahatlıkla yürütülebileceği ve memleketin kurtarılabileceği istikametinde oluyordu. Sanat ve edebiyat olsa olsa hoş/boş vakit geçirmenin, sohbetin, hamasetin, hatta mübalağanın bir aracı, bir vasatı, vasıtası olabilirdi.

Bu yüzden olacak, çok doğru ve yerinde düşüncelerle bu okulların programına dahil edilen Sanat Tarihi ve Müzik dersleri (buna Resim’i de eklemek lâzım) mesuliyetsiz, (b)ilgisiz ve bomboş geçen saatlerdi.

Maalesef böyleydi… (Korkarım bugün de böyledir).

İçimde kabaran hat ve musiki hissiyatının menşei için insiyakî diyemiyeceğim çünkü resim dahil hiçbirinde kabiliyet sahibi olduğumu zannetmiyorum.

Bugünden geriye doğru bakınca hissiyatıma iki kaynak bulabiliyorum ancak. Biri okulumuzun bulunduğu Fatih semti ve elbette haftada birkaç kere eşiğinden, eşiklerinden içeri adım atarak bilgi seviyesine çıkmayan duygularla ve ürpertiye benzer hayranlık ve gururla temaşa ettiğimiz Fatih Camisi. Orada, tabiri caizse açık müzede kimi mermere işlenmiş, kimi çiniler bahçesine gömülmüş yahut kubbe semasına yazılmış, kimi sütunlara yahut duvarlara iliştirilmiş hatlar, istifler, levhalar görür; yüksek, derin ve etkileyici sesler duyar; kendini toprak seviyesine indirmeğe çalışan büyük insanlara, tevazu hırkası kuşanmış yaşlı hocalara tesadüf ederdik.

İkinci kaynak herhalde ağabeyim Mustafa Kara’nın elimden tutarak beni sürüklediği Harbiye’de, Şan Sineması’nda icra edilen M.N.Selçuk riyasetindeki klasik Türk Müziği konserleri olmalı. Oradaki sesler, sazlar, duruşlar ve insanlar da çok etkileyici idi.

Elbette ne olduklarını tam bilmeden, yeteri kadar anlamadan buralarda dolaştığımı, öteye beriye baktığımı, sesler dinlediğimi itiraf etmem lâzım. Çünkü rehberden yoksunduk, hissiyatımızı bilgi, ilim ve felsefe seviyesine çıkaracak hocalarımız yoktu. İnsanlar ve çevremiz ayakta idi; daha çok aktüel değeri olan hususlar öne çıkıyor, savunmacı ve hamaset dolu bir dil ortalığı kaplıyordu. Az sayıdaki iyi ve vasıflı hocalarımızın önemli bir kısmı ise tamamen karşı çıkmadıkları bu tür ilgileri dağıtıcı buluyor; onlara yönelince Arapça’ya ve İslâmî ilimlere tahsis edilmesi gereken zamanın azalacağını ve emeğin diğer alanlara tahsis edileceğini düşünüyorlardı.”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked