Hârûnî Kelimede İçerilen İmâmî Hikmet’e dair bilgi
Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin FUSÛSU’L- HİKEM isimli eserinin günümüz Türkçesine Tercüme ve şerhi-IV’den (Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Yayına Hazırlayanlar: Prof.Dr. Mustafa Tahralı- merhûm Dr. Selçuk Eraydın, M.Ü. İFAV Y. 6. Baskı İstanbul- 2017) yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Fikir bir şeyle meşgûl olduğu vakit, göz gördüğü şeye tamâmıyla mün’atıf (yönelmiş) olmaz. Dolayısıyla Mûsâ (a.s.) eğer levhalara tesebbüt nazarı (sabırla bakış) ile baka idi, levhalarda muharrer (yazılmış) olan hüdâ ve rahmeti görür ve Hârûn (a.s.) üzerine gazab sıfatıyla zâhir (görünür) olmaz idi. Çünkü levhalarda muharrer (yazılmış) olan hüdâ Hz. Mûsâ’yı iğzâb eden (gazablandıran) emr-i vâkı’ın beyânı idi. Ve emr-i vâki ise Hz. Hârûn’un Benî İsrâîl’i idlâlden berâeti (aklanması) idi. Zîrâ kavminin Sâmirî tarafından ıdlâl olunduğu (dalâlete düşürüldüğü) Hak tarafından kendisine ihbâr buyurulmuş ve şu halde cenâb-ı Hârûn’un bu hususta aslâ dahli bulunmamış ve hüdâ yolu ise lâyık olanların muâhazesini gerektirmiş iken, Mûsâ (a.s.)ın levhalara dikkatle bakıp hüdâyı görmemesi gazab zuhûrına sebeb oldu. Ve kezâ levhalarda mastûr (yazılmış) olan rahmet dahi birâderine olan rahmet idi. Eğer levhalara bakaydı, kavminin huzûrunda kendinden daha yaşlı olan cenâb-ı Hârûn’un büyüklüğü ile beraber sakalından tutmaz idi. Dolayısıyla bu ‘Ey anamın oğlu, benim sakalımı ve saçımı tutma!‘ (Tâhâ, 20/94) ‘ve benim düşmanlarımı güldürme!‘ (A’râf, 7/150) kavli cenâb-ı Hârûn’dan Mûsâ (a.s.)a şefkat oldu. Zîrâ Hz. Mûsâ’nın bu vaz’ı sebebiyle onun düşmanlarının cenâb-ı Mûsâ’ya şemâtet (şamata) etmeleri muhtemel idi. Cenâb-ı Hârûn Mûsâ (a.s.)ın düşmanlarının kendi yüzünden gülmelerini istemedi. Bu, Hz. Mûsâ’ya onun şefkatidir. Ve Harun’un nübüvveti Allah’ın rahmetinden olduğu için, Hz.Mûsâ’ya levhalarda olan rahmet ile nutk eyledi ki, ondan ancak rahmet ve şefkate müteallik kelâm sâdır olur. Ondan sonra cenâb-ı Hârûn, Hz. Mûsâ’ya meâlen: “Ben senin Benî İsrâil arasına tefrika düşürdün demenden korktum ki, sen beni onların tefrîkında (ayırt edilmesinde) sebep kılarsın” dedi. Zîrâ buzağıya tapmak onların arasını tefrîk eyledi. Sâmirî’ye ittibâan ve ona taklîden, onlardan buzağıya tapanlar oldu. Ve bunun hakkında ona suâl etsinler diye, Hz. Mûsâ’nın onlara rücû’una (dönüşüne) kadar, buzağının ibâdetinde duranlar bulundu. Dolayısıyla Hârûn (a.s.), onların arasındaki furkân kendisine nisbet olunur diye korktu.
Yani Hz.Mûsâ, cenâb-ı Hârûn’a (Tâhâ 20/92) meâlen: “Ey Hârûn, çünkü sen onların şaşırdıklarını gördün; bana mütâbaattan (uymaktan) seni men eden ne idi? Yoksa bana âsî mi oldun?” dedikde, Hârûn (a.s.) (Tâhâ 20/94) meâlen “Ey anamın oğlu, benim sakalımı ve başımı tutma!” dedikten sonra “Ben, senin, ‘İsrâil oğulları arasında ayrılık çıkardın; benim sözüme bakmadın!’ diyeceğinden korktum.” dedi. Kur’ân-ı Kerîm’de cenâb-ı Hârûn’dan naklolunan kelâm cümlesinden değildir, Füsûs ibâresidir. Hz. Şeyh (r.a.) ‘ferrakte beyne benî İsrâîle‘ kavlini izâhan îrâd buyurmuştur. (…) Yani bir kısmı şeksiz ve bir kısmı da şekk ile meydana çıkarılmış ilaha taptılar. Bu bir tefrika idi. Allah esmânın tümünü toplayan olduğundan kahr ile dahi mütecellî olur; ve Rahmân ise rahmetle mütecellîdir. (…) Mûsâ (a.s.)ın birâderi Hârûn (a.s.)a karşı itâbı (azarlaması) onun buzağıya ibâdetine inkârında ve adem-i ittisâ’ında (kaplam yokluğunda) vâkı olan emirden dolayı oldu. Çünkü ârif olan kimse Hakk’ı her şeyde görür; ve belki Hakk’ı her şeyin ‘ayn‘ı (hakikati) olarak müşahede eder. Dolayısıyla Mûsâ (a.s.) ondan yaşca küçük olmakla beraber, daha ârif olduğundan, Hârûn (a.s.)ı ilm terbiyesi ile terbiye eder idi.”
No Comments