Hidayet Ve Hüda Mertebesi
el-Hâdî İlahi İsmi
Hidayet ve hüda mertebesi Bütünü hidayet olan bir mertebe Nuruyla beni terk etti Senin halin, siyah bir renge çevirdi beni
O benim iftiharım ve mezhebim Beni siyahlamış gördüğünde
Efendimden istemiyorum Beni başıboş bırakmasını
Benim bir yardımım yok Aksine başlangıç bize ait
Herkes ortaya çıktığında ben Ortaya çıkan şeyler için göz nuruyum
Onlara ulaşan yegâne şey Bir ve Hak olandan ibaret
Bu mertebenin sahibi Abdulhâdî diye isimlendirilir. Allah peygamberlerinden söz ederken Hz. Muhammed’e ‘Onlar Allah’ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir, sen onların hidayetlerine uy’ ( el- En’am, 6/90) demiştir. ‘Peygamberlerin hidayeti’ onların sürekli yerine getirdikleri Allah’a yaklaştırıcı davranışlar anlamına gelir. Hz. Peygamber’den aktarılan bir duada onun peygamberlerin hidayetini talep ettiği ve saadete erenlerin hayatı gibi bir hayatı talep ettiği zikredilir. Allah’ın hidayeti açıklama ve beyan demektir.
Hakkındaki emri sona erdiğinde İş ilhada varır . O’nun bizim nezdimizdeki açıklayıcı dili peygamberlerinin O’nun katından getirdikleri vahiydir. Dolayısıyla Allah’ın açıklaması, beyân anlamına gelir; yoksa aklın kendi iddiasınca delille açıkladığı hususlar değildir. Beyan ihtimale ve yoruma açık olmayan bir şey olabilir. Böyle bir bilgi ise ancak sahih keşif veya sarih haberle meydana gelebilir. Her kim aklını, nazari düşüncesini ve kendi delilini şeriata hâkim kılmaya kalkarsa, kendine karşı samimî davranmamış demektir. Öyle bir insanın en büyük üzüntüsü âhiret hayatında ortaya çıkacaktır. Orada perde kalkar ve manaya tevil ettiği rivayetin hakikatini mahsûs olarak görür. Allah da âhirette kendisine dair bilginin hazzından onu mahrum bırakır; bunun yanısıra üzüntü ve acısı daha da katmerlenir. Söz konusu insan dünya hayatında zahiri ifadeyi manaya tevil edip zahirin gösterdiği ve delalet ettiği anlamı reddederek verdiği hükümdeki cehaletini gözleriyle görür. Böylece bilgisizlik hüsranı en büyük hüsrandır! Çünkü övgünün olmadığı yerde bu üzüntü ve hüsran ortaya çıkacaktır. Ondan kendisine dönecek bir haz da yoktur; aksine öyle bir insan kendisine ulaşan her belayı bilip de bu bilgi nedeniyle son derece acı duyan insana benzer. Demek ki her bilgi insanda haz meydana getirmediği gibi zevk almasını da sağlamaz.
Hidayet mertebesi insana muvaffakiyet (Hakkın razı olduğu işleri yapmak) kazandırır. Muvaffak olmak ise peygamberlerin hidayetini benimsemek, o hidayete göre yürümek demektir. Aynı zamanda beyanı kazandırır. Beyan ise Hakkın gönderdiği vahyi -tevil ederek değil- keşfe göre açıklamaktır. Misaller tevil edilsin diye verilmiştir ve onlar kendilerini bilen insanlara söylenmişlerdir. Misalin kendisi için verildiği kimse bir bilgi tahsil etsin diyedir. O halde verilen misalin zihinde bir varlığı olması kaçınılmazdır, bunu bilmelisin.
Hakkın hidayeti, peygamberlerin hidayeti / En doğru yol budur, biliniz!
Varlıklar ve Rab o yolda yürür / Âlemde her şey doğru
Cahil öfkeli ve katı olur / Âlim ise yumuşak ve merhametli
Her makam bellidir ve maksat saadettir. Bu itibarla ciddiyet eksikliğine yol açan işlerden kurtulmak ve ona karşı başarı elde etmekten daha büyük bir mutluluk yoktur. (…) Cennette ise Allah üzüntüyü senden giderir. Böylece daha üstün makamlar olduğunu bilip de onlara arzu duymayan kimseden daha düşük himmet sahibi kimse yoktur. Hz. Peygamber Allah’ın kendisine vesile makamını ihsan etmesi için O’na niyaz etmelerini istemiş, himmetinin yüksekliği nedeniyle daha üstünü talep etmiştir. Bakınız! Hz. Peygamber ölüm vaktinde (hayat ile ölüm arasında) muhayyer bırakıldığında, ‘refik-i a’lâ, ‘ulvi arkadaşı’ tercih etmiş, Allah’ı a’lâ yani en üstün olmakla nitelemiştir. Mahrum insan cennette yitirdiklerini öğrenseydi bile, bir zevki olmadığı için, onların peşinden gidemezdi. Himmeti dünyada daha yukarıda bulunanı aramaya yönelirken ‘zevk’ yoluyla onu elde edemeyen ve keşfe sahip olamayan insan, kıyamette mutlaka temenni ettiğine ulaşacaktır! Böyle bir durumdaki insan dünyada arzulanan o makamı ve yüce işi ‘zevk’ yoluyla tadanla birdir ve aralarındaki yegane fark diğerinin dünya hayatında onu ‘zevk’ etmiş olmasıdır. Bütünüyle mahrum olan İnsan ise himmeti dünya hayatındayken yüce işlere ve makamlara yönelmeyen kimsedir. Fakat bu konuda temenniyle birlikte gayreti sarf etmek de gerekir; tembel ve yerine çakılıyken tamennide bulunan kişi işaret ettiğimiz kimse değildir.
Hidayet mertebesi ve hûda mertebesi / Bütün işlerimizi boşa çıkardı bizim. Dedi ki; bütün iş O’na ait, tektir O / Mecd bir izzet değil /İmtina ve efendilik de değil

No Comments