İbrâhîmî Kelime’de içkin aşk ifrâtı’yla ilgili Hikmet’in beyânında olan Fas’tan
Müellifi Muhyiddin İbnu’l Arabî, mütercimi ve şerh edeni Ahmed Avni Konuk, Yayına hazırlayanları Prof. Dr. Mustafa Tahralı ve Dr. Selçuk Eraydın olan eserin II. cildinin (İFAV, 7. Basım, Nisan 2017) V. Bölümünden (İbrâhîm Fassı) yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Cenâb-ı İbrâhîm (a.s.)da Hak muhabbeti gâlip olduğundan, Allah uğrunda babasından ve kavminden yüz çevirdi; ve Hak yolunda oğlunu kurban etmeğe girişti; ve çoğu malını terk etti. Ve muhabbet şiddetinden Hakk’ı, nurlu oluşun zuhûru hasebiyle yıldızların mazharlarında (zuhur yerlerinde) talep edip: ‘Eğer Rabbim bana hidâyet etmez ve doğru yolu göstermezse, şaşırmışlardan ve Hakk’ın cemâlinde hayrete düşenlerden olurum” (En ‘âm 6/77) dedi. Bu hâllerin cümlesi aşk ifrâtının galebesindendir. Ve âkıbet aşk ifrâtı kemâli hasebiyle kendi nefsinden fânî ve Hak’la bâkî oldu.
Ve Hakk’ı gökler, arz, ruhlar ve cisimler mazharlarında (zuhur yerlerinde) idrâk eyledi. Bu teheyyüm (Hakk’a şiddetle âşık olma) sıfatı ilk olarak ziyadesiyle Hakk’a âşık yüce ruhlarda zâhir oldu. Zîrâ Hak, onlara cemâlî celâlinden tecellî etti; ve onlar Hakk’ın nurlarında aşkından dolayı şaşkın (hayrette) olup nefislerinden (gâib / görünmeyen) oldular. Dolayısıyla nefislerini ve Hakk’ın mâsivâsını (dışındakilerini) bilmediler. Ve onların halkıyyeti (halk olması/ yaratılması) üzerine hakkıyyet (hak olma) mütecellî ve gâlip olduğundan onlar bu tecellîde müstağrak (batmış) ve müstehlek (tüketilmiş) oldular. İkinci olarak nebîlerin kâmillerinden İbrâhim (a.s.) da zâhir oldu. Çünkü Halîlü’r-Rahmân idi. Ve ‘halîl’ muhibbin (seven/dost) rûhu meyânında ‘tahallül’ eden (ayrışan) habîbdir. Ve ‘hıllet’ (dostluk) habîbde ayrışan muhabbettir. Dolayısıyla İbrâhim (a.s.) Hakk’ın varlığına mütehallil (çözülmüş) ve Hak varlığı da onda çözülmüş olup aşırı aşkın şiddetinden dolayı Hakk’ın dışındakilerden yüz çevirip göklerin ve yerin yaratıcısına yönelmiş olduğundan İbrâhimî kelime ziyadesiyle Hak âşığına yaklaşmış kılındı. Ve bu fasta ‘heyemân’ın (Hak âşığının) hâlleri söylendi. Ve sübûtî (olumlu) ilâhî sıfatlar ilk olarak cenâb-ı İbrâhim (a.s.) ile zâhir olduğundan ‘kuddûsî hikmet’ten sonra, bu müheyyemî hikmetin anılması gerekti.
Hz. İbrâhim (a.s.)ın ‘halîl’ ile adlanması, ilâhî zâtın sıfatlanmış olduğu sıfatların tümüne zât-ı Halîl’in dahil olması ve mahsus kılınması sebebiyledir.
Yani Hz.İbrâhim (a.s.)ın zâtı, ilâhî zâtın varlık tavrı ile sıfatlanmış olduğu şeylerin tümüne şâhitler ile girmiş ve ilâhî sıfatların hepsini toplayıcı olmuş bulunduğu için kendisine ‘Halîl’ ismi verildi. Dolayısıyla, ilâhî sıfatlar ve isimler İbrahim (a.s.) ile ve cenâb-ı İbrâhim’de de isimler ve sıfatların mazharları tamâmen hakkı ile kâim oldu. (…)”
No Comments