Üç fotoğraf-altı yazı
Prof. Dr. İsmail Kara‘nın RESİMLİ CUMHURİYET DİN KİTABI 3’den (DERGÂH Yayınları 1085, Çağdaş Türk Düşüncesi 94, 1.Baskı Aralık 2023) üç fotoğraf-altı yazı oluşturacak bu yazıyı.
Hem İçerde Hem Dışarda Olmak!… “Bu fotoğrafta Oflu Hacı Hasan Rami (Yavuz) hocaefendi 1964 yılında medrese derslerinden icazet verdiği talebeleriyle birlikte görülüyor (7 Haziran 1964). 60 ihtilâlinden sadece birkaç yıl sonra. Medreseler ve tekkeler kapatılalı çok olmuş. Hocaefendi Cumhuriyet ideolojisinin başının pek hoş olmadığı bir tarikata müntesip (Nakşi) ve evinin bir katını onlarca vasıflı talebenin yetiştiği feyizli ve bereketli bir medrese haline getirmiş. O yıllarda aynı zamanda Çaykara vaizi. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir ‘memur‘, yöresinde itibarlı bir hoca fakat fotoğrafı, kıyafeti, duruşu ve faaliyetleriyle Diyanet’in din anlayışı ve politikalarıyla ne kadar uyumlu acaba? Yanındaki hocaefendi arkadaşı ise Yusuf Bilgin. O da o yıllarda Çaykara müftüsü yani Diyanet mensubu ve ‘memur‘u. O da tarikat mensubu ve müderris. Devlet dairesi olmasına rağmen müftülük odasına (makamına), onların diliyle fetvahaneye ayakkabılarla girilmesine müsaade etmiyor. Fetvahanede Atatürk fotoğrafı da yok. Bu tercihlerinde ısrar ettiği için 12 Eylül sonrasında re’sen emekliye sevk ediliyor. Hem Diyanetli hem değil, hem devletli hem değil. Türkiye’de din sahasında olup bitenleri derinliğine kavrayabilmek için bunu iyi anlamak lâzım. Onların kendi konumlarını iyi anladıklarında şüphe yok bence. Diyanet İşleri Başkanı ve üst bürokrasisi bu fotoğrafı görse (ki eşzamanlı olmasa da bir müddet sonra görmüştür) ne düşünúr, ne der acaba? Muhtemelen içten memnuniyet ve cesareti takdir, dıştan tedirginlik ve korku… Maddeten ve ruhen dışarda, maddeten ve ruhen içerde…” (C.3, s.811)
Kanaat Önderi Ne Demek Oluyor Acaba?
“Tarih Eylül 2015. Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez hoca Kürt mollalarla ve şeyhlerle cami içinde musafaha ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı bütün tarihi boyunca cemaat ve tarikatlarla mesafeli durdu. Onların din anlayışlarını değiştirmek ve dönüştürmek için çaba sarfetti. Vazifelerinden biri de bu idi. Fakat aynı zamanda onları kendi bünyesi içinde tuttu, şeyhlere ve mollalara merkez ve taşra teşkilatında resmi görevler vermekten geri durmadı. Hatta hususi cemaat toplantılarını ve tarikat ayinlerini yapmaları için gayrıresmi olarak cami tahsis etti, herhalde devletin izniyle. Cemaat ve tarikatlar da benzer bir davranış tarzını benimsedi. Bir taraftan devletin ve Diyanet’in onlara empoze etmek istediği din anlayışından uzak durdu, onunla kendi metodlarıyla mücadele etti fakat buna karşılık resmi yapıların içinde bulunmayı benimsedi, istedi. İki tarafta da çelişkiler manzumesi büyük bir problem değilmiş gibi gözüktü. Hatırlatmak lazım, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cemaat ve tarikatları resmen ve alenen muhatap almaya başlaması 12 Eylül darbesi sonrasıdır. Doğrudan 12 Eylül’ün din politikalarıyla alâkalı olarak şeyhler, hocaefendiler ve mollalar da “kanaat önderi” oldular. (Kim icat etti bilmiyorum, “kanaat önderi” tamlaması bence çok kötü bir Türkçe fakat kanunen yasak olan şeyh ve hocayı kullanmamak için bulunmuş harika bir çözüm ve pâye!!!)”. (C. 3, s. 815)
Değişmek Fakat Kendince Aynı Kalmak!..
“15 Temmuz afetinden sonra #Tarih dergisinin Eylül 2016 tarihli 28. sayısının kapağında cemaat ve tarikat meselesi böyle yer alıyor. Fakat hadise çok canlı ve tehditkâr olduğu için tek taraflı bir anlatım var. Devletin cemaatlara “sızma”sı mesele edinilmiyor. Zaman geçiyor, devran dönüyor. Sanılanın aksine medreseler ve tekkeler, şeyhler ve mollalar değişime, ıslahata karşı çıkmıyor. Onların bütün yoğunlaştıkları şey yeni / modern / ıslah edilmiş şartlarda dinin, Müslümanlığın, kendi zihniyet dünyalarının, âdap ve erkânın nasıl devam edeceği idi. Çok zorluklarla ve baskılarla, biçimsizleştirme teşebbüsleriyle karşılaştılar ama varlıklarını da bir şekilde sürdürdüler, bugün de sürdürüyorlar. ” (Cild 3, s. 817)
No Comments