“İslâmiyette ruhbâniyet yoktur; cemâat rahmettir.”
Resûlullah (a.s.v.) cemiyet içinde bezl-i mesâî (cömertce mesâî) buyurdu. Zîrâ mecma’-i ervâh (ruhların toplanması Bu sırra) için azîm ve hatîr (tehlikeli) te’sirâtı vardır. O te’sîr vahdette ve yalnızlıkta hâsıl olmaz. Bu sırra mebnî (dayanarak), mahalle ahâlisinin ictimâı (toplanması) ve rahmet ve faydanın tezayüdü (artması) için mescidler konulmuştur. Ve evlerin ayrı olması, tefrîk ve ayıpların örtülmesi içindir; onun faydası ancak budur. Ve şehir ahâlisi orada toplanmış olmak için câmi binâ etmişlerdir. Bilâd ve ekalîmden (beldeler, memleketler, diyârlardan), âlemin çoğu halkının orada toplanmaları için, Ka’be’yi vâcib kılmışlardır.
Huzzârdan birisi dedi : “Moğollar bu vilâyete ulaşmalarından önce üryân ve çıplak idiler; ve bindikleri hayvan öküz idi ve silahları ağaçtan idi. bu zamanda ihtişam peydâ edip doydular ve onlarda yekdiğerinden a’lâ arab atları ve güzel silahlar vardır.”
Hz. Pîr-i dest-gîr cevâben buyurdular: o vakit ki münkesirü’l-kalb ve zayıf idiler ve kuvvetleri yok idi, Hak Teâlâ onlara inâyet edip niyazlarını kabûl eyledi. bu zamanda muhteşem ve kavî oldular. Hak Teâlâ halkın en zayıfı ile kulları helâk eder; tâ ki onların âlemi zabt etmeleri, kendi kuvvetleriyle değil, hakk’ın inâyet ve mededi olduğunu bilsinler. Onlar evvelce halktan baîd, bî-nevâ ve miskin ve çıplak ve muhtâc bir halde sahrâda yaşarlar idi. Ancak onlardan bazıları, ticaret yoluyla Harzemşâh’ın memleketine gelirler ve ahz u i’ta (alışveriş) edip, kendilerine elbise yapmak için kirbas ( kumaş) satın alırlardı. Harzemşâh o ticaretten men’ etti ve tâcirlerinin öldürülmesini emr eyledi; ve onlardan haraç dahi alırdı ve tâcirlerini oraya duhûle bırakmazdı. Tatarlar “Helâk olduk” diye kendi padişahlarının huzûruna niyâza gittiler. (…) Hak Teâlâ’dan “niyâzını kabûl ettim, hurûc et her nereye gidersen mansûr olasın” diye nida geldi. vaktâki hurûc ettiler, Hak emri ile mansûr oldular ve âlemi zabt ettiler. (…)
Hz. Pîr, birisine hitâben buyurdu ki : hâtırın hoş mudur, nasıldır? hâtır azîz bir şeydir, bir tuzak gibidir. sayd etmek için, tuzağın sağlam olması lâzımdır. Eğer hâtır nâhoş olursa, tuzak bozulmuş olur; işe yaramaz. İmdi bir kimse hakkındaki muhabbet ifrât üzere olmamalıdır. Düşmanlık da ifrât ile olmamalıdır. Bu her ikisinden tuzak bozulmuş olur. [Yani “işlerin hayırlısı ortasıdır”] mucibince, vasat derecede olmalıdır. İfrât üzere olmamalıdır dediğim muhabbet Hak Teâlâ’nın gayri hakkındadır. Hak Teâlâ hakkında ise, hiç ifrât mutasavver değildir. onun hakkındaki muhabbet, her ne kadar ziyâde olursa bihterdir (daha iyidir). Vaktâki hakk gayri olan muhabbet müfrit olur ve halk ise devr-i feleğin musahharıdırlar (ele geçirilmişidirler), felek döner ve halkın bütün ahvâli de döner. imdi muhabbet bir kimse hakkında ifrât ile oldukda, dâimâ onun saadeti ve azameti arzû olunur. bu ise müteazzirdir (zordur). Dolayısıyla hâtır müşevveş (karışık) olur ve adâvet (düşmanlık) aşırı oldukda, dâimâ onun nuhûset (uğursuzluk) ve nekbeti (talihsizlik) istenir, çerh-i felek ise dâirdir; bir vakit mes’ud ve bir vakit menhûs olur.
No Comments