“Dünyanın kaç bucak olduğunu anlama ihtimâlimiz” üzerine

 

İsmet Özel‘in “DÜNYA KAÇ BUCAK ?” başlıklı ve 11 Cemaziyelevvel 1446 (13 Kasım 2024) tarihli yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Dünyanın fiilen kaç bucak olduğu hep merak konusu olmuştur. Ne var ki, bu merakı gidermek için gerekli cesareti bugün olduğu gibi hiçbir zaman kendinde bulamamış, eline geçtiği kadarıyla iktifa etmiştir insanoğlu. (…)

Beyaz ırkın ruh dalgalanmalarının vara vara Ukrayna’yı ve İsrail’i her bakımdan desteklemeğe vardığını söylersem gerçeği dile getirmiş olur muyum? Hayır, olmam. Dünyanın her yerinde Avrupa’da ve Amerika’da olduğundan daha çok Hakk’ın yerini bulması yönünde bir temayül var. İtalyanların Roma İmparatorluğu’nu yeniden canlandıracaklarına inanmaları, Almanların bin yıllık bir hayat sahasını ele geçirecekleri düşüne dalmaları ve bir zaman Rusların bir gün dünya ihtilâlinin gerçekleşeceğini beklemeleri birer çocukça avuntu değildi. Bu sadece İslam’la tanışmağı reddetmiş kavimlerin içlerinde taşıdıkları Hakk’ın yerini bulması güdüsünün sapışıdır. İnsanoğlu cenneti yeniden kazanmak üzere yaratılmıştır ve hangi kültür içinde yaşarlarsa yaşasınlar içlerinde Allah’tan ümit etme hassasiyeti bulundururlar. Gelin görün ki, yürürlükteki malî hakimiyet onların hassasiyetini saptırır.

Bu sapıştan ancak dünyanın âhiretin tarlası olduğuna ve bu dünyada ektiğimizi öte dünyada biçeceğimize inandığımız zaman kurtulabiliriz. (…) Bugün keşfedilecek yeni bir kıta kalmadığına ve yerkürede gidilebilecek her yere gidildiğine aklımız eriyor olabilir. Yine de dünyanın kaç bucak olduğunu öğrenmiş sayılır mıyız? Hayır, sayılmayız. Dünyanın kaç bucak olduğunu anlama ihtimalimiz ancak kendimizi din gününe hazırlamağa başladığımızda belirebilir. (…) Dünyada kul hakkı yemeden kendini rahat içinde hissetmek mümkün değildir. Buna mukabil Allah bize ölmeden zalimden hesap sorma hakkı tanımıştır. Uğranılan haksızlığın intikamını almak için şiir söylemeği de helâl kılmıştır.

Türk kültürü “harcıâlem” kelimesine müspet bir anlam yüklemez. Bildiğimiz Türk toplumunda öne çıkmak ancak bileğinin hakkıyla gerçekleştiğinde makbuldür. Ne var ki artık bilmediğimiz Türk toplumu içinde yaşıyoruz ve hiçbir şeyimizi güven içinde tutamıyoruz. (…). Yirminci Hıristiyan asrının ilk çeyreğinde Türklerin İngiliz ve Fransız gemilerinin Çanakkale Boğazı’ndan geçişlerine yol vermeyişi ile İslâm’ın bir askerî güç ve bir siyasi teşkilât olarak yerküreden silinmesine dur demiştir. Winston Churchill’in “Biz Çanakkale’de Türklerle değil Allah’la savaştık” demesi boşuna değildir. (…) Sakarya Meydan Muharebesi Türklerin savaştan mağlup çıkmalarının imkânsızlığına delil oldu. Daha da ötede girilen çatışmanın bir suçlusu varsa onun da Yunanistan olduğu beynelmilel bir kabul gördü. (…)

Sonrası öncesinden daha iç burkucudur. Madem Türkler tarihten silinemiyor, O halde modern kültürün esareti altında bırakılmalıydı. (…) İnkılâpların en şiddetlisi Cumhuriyetin ilânından beş yıl sonra yürürlüğe sokulan harf inkılâbıdır. Göz göre göre Kur’an Türk toplumu nazarında tarihe gömülüyordu. Fakat hayret, Türk toplumu Kur’ân-ı Kerîm’i tarihe değil, kalbine gömmüştü. Burada kalbe gömüş hakikatin üstünü örtüş anlamına gelmez. Hakikatin üstünü örtmeğe yeltenenler her fırsatta din sömürüsü macerasına dalmışlardır.

Siyasal İslâm’ın uygulaması bunu da ellerine yüzlerine bulaştırmalarına yol açmıştır. Dolayısıyla son Türk yeryüzünden silininceye kadar Kur’an onun kalp atışlarıyla dünyayı tesir altında bırakacaktır. “

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked