Kur’an Meali’ndeki Çeviri
Bakara 34-37
“Hani bizler meleklere “Âdem’e secde edin!” demiştik, hepsi secde ettiler. Yalnız İblis geri çekildi ve kibrine yedirmedi ki zâten kâfirlerden idi. Bizler “Ey Âdem! Zevcenle beraber cennette oturum, hem dilediğiniz yerinde dolaşarak nimetlerinden bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşıp da nefsine zulmedenlerden olmayın” dedik. Bunun üzerine şeytan oradan ayaklarını kaydırdı, bulundukları naz u naîm içinden her ikisini çıkardı. Biz de “Bir takımınız, bir takımınıza hasım olarak inin ki yeryüzünde sizlere bir zaman için yerleşip hayatın sebeblerinden nasib almak mukadderdir” diye emrettik. Âdem mabudundan kelimeler telakki ederek onlara yalvardı, O da kendisini affetti. Şüphe yok ki bütün suçları bağışlayan, mahlûkâtına rahîm olan ancak O’dur.
Bakara 177
“Yüzlerinizi maşrıka, yahut mağribe dönmeniz taat değil. Taat o kimselerin hali ki; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba, peygamberlere inanır. Sevdiği malını hısımlarına, öksüzlere, biçarelere, yolda kalmışlara, isteyenlere, bir de esir olanlara verir. Namazı kılar, zekâtı öder, sonra ahde girişince ahdini yerine getirenler, hele sıkıntılı, hastalıklı sıralarında ve harp zamanlarında sabredenler, metin olup metanet gösterenler yok mu, işte taatlerinde sadık olanlar bunlardır; işte Allah’tan korkanlar bunlardır.”
Bakara 255
“Öyle Allah’tır ki O’ndan başka ilah yoktur. Bâkîdir, her an bütün hilkat üzerinde hâkim ve kâimdir. Ne uyuklar, ne uyur. Göklerde, yerde ne varsa hepsi O’nundur. Kim tasavvur edilebilir ki kalksın da O’nun izni olmaksızın ilâhî nezdinde şefaat edebilsin?! Mahlûkâtının işlediklerini, işleyeceklerini bilir; mahlûkâtı ise ilâhî ilminden yalnız O’nun dilediğini kavrayabilir, başka bir şey bilemez. İlmî bütün gökleri, yeri kucaklar ve bunların nigehbanlığı (gözeticiliği) kendisine ağır gelmez. Yuksek, büyük ancak O’nun Zât-ı kibriyâsıdır.”
Âl-i İmran 18
“Allah şahid, melekler şahid, ilim sâhipleri şâhid ki O’ndan başka Allah yoktur. Azîzdir, hakîmdir.
Maide 66
“Şayet onlar Tevrat ile İncil’in ve Allah tarafından kendilerine daha neler indirilmişse hepsinin ahkâmını yerine getirseydiler, üzerindeki hava ile ayaklarının altındaki topraktan nimete müstağrak (batmış) olurlardı; içlerinden itidaline sahip ümmet var, lâkin çoğu ne kötü işler işliyor!”
Elinizdeki neşrin Mehmed Âkif Ersoy’un Kur’ân’ı tercüme yöntemi konusunda çeşitli ilmî araştırmalara ve daha önceki çevirileriyle mukayeseye vesile olacağını umuyoruz. Böylesi kapsamlı çalışmalardan önce, birkaç madde halinde, çalışmalar esnâsında dikkatimizi çeken birkaç üslup özelliği ve tekniğine işaret etmek isteriz 1.Âkif Bey’in Kur’an Meâli’nde, daha önce yaptığı çevirilere nazaran bâriz bir dilde sâdeleşme eğilimi görülmektedir. (Bu konuda Elmalılı HamdiYazır’la aralarında geçen cezâlet-sadelik konusundaki diyaloğa daha önce atıf yapmıştık.)
2. Meal’de (-dır) ekinin kullanımı asgarî ölçülere indirilmiş, çok gerekli olmadığı yerlerde kullanılmamıştır. (Msl: “… Şüphe yok ki Rabbin çok ikabı çok serî’, yine şüphe yok ki gufranı hadsiz, rahmeti pâyânsız.” (En’am:165) 3. Âkif Bey önemli Kur’ânî terimlerden olan takva-müttakî kelimelerini birçok yerde “saygı-saygılı” şeklinde tercüme etmiştir. (Msl: “Sonra, Allah’ın o saygılı kullarına yol gösterir…” (Bakara: 2); “Sizleri ve sizlerden önce gelenleri yaratan mabudunuza kulluk edin ki Allah’ın saygılı kulları arasına girebilesiniz. (Bakara:21) 4. Âkif Bey, Bakara’nın 2. âyetindeki “Şu Kitabı görüyor musun? İşte bir kere onun hak olduğunda şüphe yok…” örneğinde olduğu gibi, kelime kelime ve donuk bir dille çeviri yapmak yerine, Kur’ânı canlı ve insanın hayatına doğrudan hitap edecek bir dil alışkanlığıyla tercüme etmeye çalışmıştır. 5. Türkçe’nin imkânlarını ve zenginliğini tercümede mümkün mertebe kullanmış, diğer meallerde pek alışkın olmadığımız ifade biçimleri, ‘herif’ ve ‘ayol’ gibi gündelik dile ait kelimeler kullanmıştır. (Msl: “İbrahim ‘Allah güneşi maşrıktan getiriyor, haydi sen de onu mağripten getir!’ der demez o iman etmeyen herif donakaldı.” (Bakara: 258);
No Comments