Merhûme Ayşe Şasa’nın bir kitabından bazı alıntılar
Gelenek Yayıncılık’tan 117., Ayşe Şasa Kitaplığı’ndan 3. Kitap olan Fantastik Kurgu türünde yazılmış Şebek Romanı’nın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
Merhûme yazar, bu öykünün 2075 yılında hayali bir toplumda geçtiğini, öyküdeki olay ve kişilerin gerçekle ilgisi olmadığını belirtmiş.
“Pavlov Meydanı’nı inim inim inleten orangotan hırıltıları… Kısa, belli aralıklarla duyulan polis sirenleri… Özellikle turuncu tulumluların, şebek çığlığı biçiminde frekanslanmış alarm sinyalleri… Pırıl pırıl Viyana sabahını allak bullak eden keşmekeş.. Eski adıyla Viyana, yeni adıyla XB21, nicedir yeni provokasyonlarla sallanıyordu.. Amadeus, yatakta, gerine gerine sabah sersemliğini savuşturmağa çalışıyor, onüç kat aşağıda, Pavlov Meydanı’nda vuku bulan alarm durumunu hiç mi hiç merak etmiyordu. Bundan yirmisekiz yıl önce, son gerçek orangotan ayaklanmasından sonra, gezegende orangotanların şebeklere verebilecekleri fazla bir zarar kalmamış, şebek-orangotan çatışmasının asıl mihveri (ekseni) başka noktalara kaymıştı. (…) 1’nci, 2’nci ve 3’ncü alanlarda tam barış… 4’ncü alanda zayıf dereceli orangotan paraziti- provokasyon..” (…) Amadeus, yatağın sol tarafında, mor duvardaki otomatik buzluğa sinyal göndererek oradaki kutudan bir bardak Yeni Gine E-3 tipinde koyu turunç suyu ısmarladı. (…) Yatağın alt kısmındaki sandıktan şimdi mavi alarm duyuldu. Gezegensel bölge saati 9:30. Ardından, minyatür müzik dolabında, bir gece önce kurgulanmış program gereğince, Amadeus’un adaşı Wolfgang Amadeus Mozart’tan seçme quartet serisi başladı. Buzluktan uzanan kol, Amadeus’e, bir gece önce ayarladığı program uyarınca bir bardak karbonatlı su uzatmıştı. Anti-depressant’a, henüz bir saat vardı. (…) Amadeus, yatağın yanındaki tablada, siyah düğmeye bastı. Tavandan yavaş yavaş inen aygıtın sevimli biçimde kendisine yaklaşıp, dostça, kapaklarını açmasını bekledi. Serebral masaj aygıtı onun sabah sevgilisiydi. Aygıtını ‘Yüksek frekanslı Beyin ve Kas Masajı‘ otomatiğine ayarladı. Bir eliyle telekomünikasyon kumandasıyla oynayarak tavandaki sabah haberlerini izlerken, otomatik ısıtıcının sunduğu tepsiyi aldı. Yatağın baş eğimini hafifçe yükseltti, tepsideki Endonezya-yosunlu yumurtayı, yavaş yavaş, çalgı kutusundan gelen Wolfgang Amadeus Mozart quartetini ve şakaklarına ayarlı masaj aygıtının etkilerini sindirerek yemeğe koyuldu. Haz, yüksek haz, beyninden boynuna, oradan aşağı, ayaklarına iniyor; Amadeus binbir düşünce, binbir lezzet, binbir neşe içinde, geviş getirircesine hayal kurmaya başlıyordu. (…) Ah Lena, feminist Lena, Ah Lena Melankolik Lena, Ah Lena, astronot Lena… antidepresanlarını neden vaktinde almıyorsun? (…)
Neo-Darvinci aydınlanmanın bir ürünü olarak o, önceki aydınlanmanın bir ürünü olan Amadeus Mozart’a müthiş bir ruhi yakınlık duyuyordu. Ezgilerdeki oyunbaz entelektüalizm onu büyülüyor, büyülüyordu.. (…) Aynı anda, deprem alarmının keskin sinyali ile fırladı. Şimdi hafif çarpıntıyı önleyemiyordu. (…) 2020’li yılların başlarında inşa edilmiş bu demode gökdelenin depreme bu denli dayanıklı oluşu, geçiştirilen bunca sallantıdan sonra ortadaydı. (…) Ah yeryüzü, ah bilinmeyen bilimsel deneylerle çivisi çıkmış yeryüzü, ah korkular..
(…) Gezegende tek tük kalmış ‘normal’ tipi sinir sisteminin tüm imtiyazlarını komplekssizce sahiplenmiş bir kızdı Doris. (…) Dört dakika, yirmiüç saniye süren mini deprem bitince, Amadeus çelik kasadan çıktı. (…) Sanat, edebiyat spotları arasında gezindi, ilgisini çeken bir şey yoktu. Daha doğrusu, biraz önceki deprem, ona karşı motivasyonunu eksiltmiş gibiydi. (…) Tembelliğinin, kendisini çevreleyen şefkatsizlikten ileri geldiğini sık sık düşünür olmuştu.
(…)
“Biz mi din tebliğ ediyoruz bayım? Ne zaman, hangimiz din tebliğ etmiş?”
“Al şunları oku.”
Fatma saf saf okudu. “Ey kendini şebek sanan insan kardeş. Sen şebek değilsin, Âdem Aleyhisselam’dan indin. Âdem’in de bir yaratıcısı var.” Fatma boş boş baktı. (…) Ah şu selamlaşmalar… İnsanoğlunun birbirini tanıyarak arayarak, sorarak, Allahın selamını alarak ve vererek devinmesi… Şu zamanda bile kalbe ılık bir güven veren, hiçbiri gelişigüzel olmayan insan selamlaşmaları… Yorgun gezegende manevi gülücükler… Acıyı, ölümü korkunç olmaktan çıkaran insan dayanışması… Hatır saymak, hatır sormak..
(…) Bir inançsızın âkıbeti ne zaman kederli düşüncelere kapılsa, kendi hikâyesi, kendi dönüşümü, kendi ‘başlangıcı’ gelirdi aklına. (…) “Hayır… Olamaz… İman bu… İman.. Âlemde şu müslümanların Allah dediği… Allah… Rahman… (…)”
No Comments