Metafizik ve Gayb

 

Prof. Dr. Ömer Türker’in 2 aylık düşünce dergisi Temmuz 2022 / sayı 04, s. 54-61 arasında bu başlık altında çıkmış yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Metafiziğe yönelik eleştirilerin ve kuşkucu yaklaşımların bir kısmı, metafizik kapsamına giren ve duyular tarafından idrak edilemeyen bir kısım meselelerin insan aklı için de gaybî olduğu ve aklın başka bir bilgi aracına yahut başka türden bir idrakle desteklemeye ihtiyaç duyduğu mülahazasından kaynaklanır. Bu mülahazayı belirginleştirmek için metafiziğin bir disiplin olarak kapsamını kısaca özetleyelim.

Metafizik üç temel kısımdan oluşur. Birincisi, umûr-ı âmme veya ontoloji olarak adlandırılan varlığın genel durumlarının ele alındığı kısımdır. Varlık, yokluk, imkân, zorunluluk, imkânsızlık, tümellik, tikellik, illiyet gibi meseleler bu kısımda ele alınır. Bu kısım, metafiziğin kapsamına giren tüm nesnelerle yani mevcutların tamamıyla ilgili olup esas itibariyle insan aklına çeşitli yollardan gelen veriler üzerinde tefekkür edilmesiyle inşa edilir. Diğer deyişle bu kısımda, mantıksal tahliller yoğun olarak görülür. Zira algılar zorunluluğu, imkânsızlığı, tümelliği, tikelliği veya nedenliği vermez. (…) Bu anlamda bir şeyin zorunluluğu, imkânı, sebep ve sonuç oluşu; görülmez, işitilmez, tadılmaz, koklanmaz, dokunulmaz yahut bunlara benzer şekilde hayalin idrakine konu olamaz. Umûr-ı amme kapsamına giren meseleler, belirli bir nesne olarak algıya konu olmadığından safa nazarî olarak idrak edilirler. Fakat aşağıda belirtileceği üzere Meşşâî filozofların kullandığı anlamda nefsin veya aklın idrakine konu olan verilerin duyu araçlarının getirdikleriyle sınırlı olup olmadığı tartışması ontoloji tartışmalarını etkiler. Metafiziğin ikinci kısmı, fizik ve matematik bilimlerin ilkelerinin temellendirildiği kısımdır. Aslında ilkeler, metafiziğin amme işleri meselelerinin altında yeri geldikçe açıklandığından herhangi bir metafizik kitabında müstakil bir bölüm olarak yer almaz. Bu sebeple ilkelerin açıklanması, metafiziğin bir işlevi olarak da değerlendirilebilir. Bu kısım felsefî metafizik , kelâm ve tasavvuf gibi küllî olma iddiasındaki disiplinlerin bulunduğu ilimler mecmuasına göre farklılık gösterebilir.

Metafiziğin üçüncü kısmı, Tanrı’nın zâtı, sıfatları, âlemle ilişkisi ve ayrık (ruhanî, aklî) mevcutların incelendiği teoloji veya ilm-i ilâhî olarak adlandırılan bölümüdür. Klasik dönemde tüm felsefî ve dinî ilimlerin maksadı tam olarak bu kısımda gerçekleşir. Zira insanın bilme çabalarının bütününün nihai amacı, Tanrı’yı bilmektir. Bu kısımda araştırmanın konusu zorunluluk , imkân ve imkânsızlık gibi şeylerin aklen kavranabilen özellikleri değil, dış dünyada var olan gerçek nesnelerdir. İşte metafizik ile gaybın karıştığı en önemli meseleler bu alanda ortaya çıkar. Temel sorun şudur: Tanrı, ayrık akıllar ve nefsler – bu sıralamaya melekler de eklenebilir- filozofların dediği gibi fizik ve matematik varlık seviyesi kavrandıktan sonra kendilerine istidlalle intikal edebileceğimiz saf nazarî varlıklar mıdır? Acaba aklın bu varlıklar hakkında tefekkürüne veri oluşturacak bir müşahede imkânı var mıdır? Bu soruları daha iyi kavrayabilmek için bir örnek üzerinden gidilebilir. Metafiziğin en değerli hükmü, “Tanrı vardır” cümlesinde dile gelir. Pekâlâ, Tanrı’nın varlığını bilen kimdir? Biz Tanrı’nın varlığını var olduğunu gözlediğimiz şeylerin imkân veya hudûsunu (sonradan meydana gelişini) tahlil ederek mi kavrıyoruz? Böyleyse fizik ve matematik varlık seviyesinde yaptığımız araştırmalardan, cisimler ve cisimlerin hallerinin cisim olmayan ilkelerinin bulunduğu sonucuna ulaşırız, oradan da kendinde zorunlu ve kadîm bir ilkeye varırız. Bu akıl yürütme sürecinde çizimlere dair incelemeler, belirli bir cisme özgü olmaksızın yapılır ve tüm cisimleri kuşatan sonuçlar verir.

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked