Mustafa Kutlu’nun “Ne Yapmalı-2 Niceliğin egemenliği” başlıklı yazısından(Yeni Şafak 6.7.2022) alıntılar
” Kapitalizm kendi hâkimiyetinin devamı için, düştüğü krizlerden kurtulmak üzere bizlere (yani dünyadaki tüm insanlara, bazı küçük topluluklar hariç) bir dünya görüşü bir ‘hayat tarzı’ benimsetmiştir.
(…) Onun çizdiği yol dünya hayatının en makbul, en güzel, en doğru yoludur. Buna itikadımız tam olmalıdır. (Ben de bu yazılarda insanlara ‘yoldan çıkın’ teklifini getiriyor, bir isyan bayrağı açılmasını öneriyorum.)
Bu hayat tarzının sayfalara sığmayacak özelliklerini saymaya güç yetmez. Yine de bir miktar dış dünyadan, bir miktar da iç dünyadan bahsedelim.
Öncelikle bu dünyaya kabul edilmeniz için (…) oluşan ‘takım elbise’nizin altına uygun bir ayakkabı giymelisiniz. (…)
En iyisi bu ‘takım elbise’yi burada bırakıp ‘elbise dolabı’ndan çıkmak.
Yoksa ne kadar erkek ve kadın, yaşlı ve genç, çocuk ve bebek, zevk ve meslek varsa bunların zaman ve zemine göre giysilerini ifadeye güç yetmez. (…) Dolayısıyla elbise dolabından çıkıyorum dedim ve çıktım.
Şimdi dış dünyaya kaba hatları ile sadece ‘göz atıyorum’. (…)
Yollarımız ‘otomobiller’ için yapılmıştır. Yayalar, bisikletliler ve buna benzer nev-icat âletlerin kullanımına ayrılan yollar kısıtlıdır. Çünkü aslolan otomobildir (ki onun dünyasını anlatmaya güç yetmez) ‘çokluk dünyası’ndan, bu niceliğin egemenliğinden tek-tük unsurlar sayarak çıkayım bari.
Bizim geçerli paramız (yani dolarımız), bankamız, gökdelenlerimiz bizim bilimsel bilgiden başkasını kabul etmeyen ana okullarımız, kolejlerimiz, liselerimiz, üniversitelerimiz, eğlenerek öğrenmek isteyen çocuklar ve büyükler için her tür oyun salonlarımız, tiyatrolarımız, sinemamız, AVM’lerimiz, televizyon kanallarımız, internetimiz, bilgisayarımız, fert başına düşen millî gelirimiz, evrensel hukukumuz, insan haklarımız (…), parlamentomuz, uyuşturucu baronlarımız, şiddet ve şehvetimiz, pornografi ve depresyonumuz, koçlarımız, robotlarımız, yaz aşklarımız, sanatımız ve acayip yalnızlığımız ……. (…) …… galiba boğulacaksınız , vazgeçtim, burada kesiyorum. Sizi bir kez daha işkence odasına alınca bir evin sadece ‘mutfak’ bölümündeki eşya kalabalığına sokarım feleğiniz şaşar.
Bu hayat inanın bir ‘karabasan’dır.
(…) (Ve ben size durmaksızın ‘Yoldan çıkın, uykudan uyanın’ diyorum. Siz beni bir meczup sanıyor, acıyarak bakıyor ve yola devam ediyorsunuz.)
Hadi yoldan çıktık diyelim.
Nereye gideceğiz?
Harama batmamış bir belde mi var?
Umutsuzluk bize yakışmaz. Eğer yoksa böyle bir belde, bize düşen onu ‘inşa’ etmektir.
(…)
Kur’ân-ı Kerim’de bu ‘çokluk’ (nicelik) hususunda aydınlatıcı âyetler vardır. Bunların başında ‘Tekâsür Sûresi’nin ilk iki âyeti geliyor. Meâlini veriyorum: ‘Çoklukla övünmek sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı’.
(…) İnsana düşen görev hayatın barış ve emniyet içinde devamını sağlamak yanında; marifet (bilgi), zikir, şükür, sabır, merhamet, adalet, tefekkür ve ibadettir. Bir yarışma yapılacaksa bu ‘hayırda yarışmak’ olmalıdır. (Bakara 2/18, Mâide 5/48). Ben ‘tekâsür’ü günümüze ışık tutacak bir yoruma kavuşturmak istiyorum.
Hâkim paradigmayı defalarca dile getirdik. Nedir o? ‘İlerleme-gelişme-kalkınma-büyüme-zenginleşme-refah ve konfor’. Niceliğin egemenliği budur. Malın, nüfusun, silahın, paranın her tür maddî gücün ‘çokluğu’. (…)
Bu Allahsız düzen gezegenimiz ve insanlık üzerinde her tür soygun-sömürü-şiddet içeren despotik bir hegemonya kurmuştur. (…)
Bizi bu karanlık yoldan çıkarıp, kesretten vahdete ulaştıracak bir ışık arıyoruz. “
No Comments