“Nabi’yi Nabi yapan hüsn-ü nazar / Urfa kürdünde nezâket ne gezer!”
“Bu, şair Nabi’nin şiirsel bir sözü. Hüsn-ü nazar, bakış güzelliği anlamındadır. Bu bakış güzelliği elbette Nabi’ye ve seçkin kimselere özgüdür. Şair Nabi kendisinde bu bakış güzelliği bulunduğunu, Nabi’yi Nabi yapanın da bu olduğunu söylüyor bu mısra’ında. Yoksa elbette bu mısrada kesinlikle Urfalı veya o bölgede başka illerden kürtleri aşağılama söz konusu değil. Ünlü şair, kendisini Nabi yapanın hüsn-ü nazar (nazar veya bakış güzelliği / nezâket ) olduğunu ifade ediyor. Eğer kendisinde bu özellik olmasaydı, sıradan birisi olsaydı böyle bir şiirsel ifade de olmayacaktı.”
Besmele ve Aşk: Güçten arınmak ve kanatlanmak
Sensüz yola girürisem çarem yok adım atmaya / Gövdemde kuvvetim sensin başım götürüp gitmeye!
Bu mısralar Yunus‘un Divan’ından bekleyebileceğimiz her şeyi başında verir.
Hakikat bir denizdir şeriattır gemisi / Çoklar gemiden çıkıp denize girmediler
Sensüz yola girürisem çarem yok adım atmağa / Gövdemde kuvvetim sensin başım götürüp gitmeğe!
Gönlüm, canım, aklım, bilgim, senin ile karar eder / Pervaz ururlar dem be dem ucuben dosta gitmeğe
Ab-ı hayatın çeşmesi âşıkların visalidir / Kadehi dolu yürüdür susamışları yakmağa
Aşık kişi miskin olur yol içinde teslim olur / Kim niderse boyun bura çare yok gönül yıkmağa
Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayran olur / Bir dem gelür şâdî olur bir dem gelür giryân olur
Hayret Allah’a yolculuğun nihayetidir; ‘nihayet’ derken bir bitişten söz etmemek şartıyla! O zaman şöyle de diyebiliriz: Hayret insanın aşina olduğu bilgilerle ve onlara göre gerçekleştirdiği seyr ilallah (Allah’a doğru gidiş) sürecinin fena fillah makamına ermekle seyr fillah (Allah’ta gidiş) haline gelmesinin neticesidir. Bu makama ulaşan insan, beşerî varlığının -ki burada varlık kazanılmış bilgileri, alışkanlıkları ve her türlü insânî hâli içerir- silinmesiyle umduğundan başka bir şey bulmakla hayret hâlinde kalır. (dipnot: Suâd Hakîm, İbnü’l-Arabî Sözlüğü, s.273) Çünkü insan yolculuktan umduğundan başka ve üstün bir şey buldu, bu durum onda hayret halini meydana getirdi. İnsanın Allah’a yolculuğu cehalet ile özdeş olan hayret-gaflet halinden uyanmasıyla başlar; nihayetinde tecellîlerin sonsuzluğunu müşahede etmenin ortaya çıkardığı ikinci hayrette yeni bir sürece girer. Bu itibarla ‘seyr ü sülûk hayretten hayrete doğru bir yolculuktur‘ denilebilir.
Hiç kuşkusuz iki hayret arasındaki farkın anlaşılması sûfilerin seyr ü sülûk düşüncelerinin anlaşılması için belirleyicidir. Birinci hayrette insan, yolunu ve kurtuluşunu (necat) arayan bir varlıktır. Bu anlamda hayret gayeyi ve necatı bilememek, lakin mevcut durumun zararlı olduğunu bilmekle sınırlıdır (cehalet). Hem cehalet ve hem hayret – Arapçada- yolunu şaşırmeeak, yolu bulmak için dolanıp durmak gibi anlamlara sahiptir. İnsan bir çölde yolunu şaşırmış, su aramak veya dönüş yolunu bulmak üzere koşuşturan bir varlığa benzer. Bu arama ‘hayret’ diye ifade edilir. Naslarda sırat-müstakim, şeriat, tarikat şeklinde zikredilen doğru yol, ana yol gibi kavramlar sürekli insanı maksada götürecek araçları ve bunun için gerekli ahlâklanmayı anlatan kavramlardır. Gaflet ise dalalet, hayret ve cehaletin ortak vasfıdır: durumun vahametinden habersiz kalmak! Tasavvuf tövbe ile başlar: ilk makam tövbedir ve tövbe mevcut durum hakkında insanın bir tasavvur sahibi olması demektir. Mevcut durum insan için açık tehlikedir, insanın vakti azdır ve bir an önce kurtuluş için yola çıkmalıdır. İlk hayretten uzaklaşmak tövbe ile başlar. Bu anlamıyla tövbe mevcut durumun kazandırdığı bir bilgiden ortaya çıkarak itiraf (insanın acizliğini ve kötü durumunu bilmesi) adını alır. İnsan kötü bir durumdadır ve onu kurtaracak olan Allah’tan başkası değildir; hiçbir insan kendi gücüyle kurtulamaz! Feridüddin Attâr Mantıku’t-tayr’da
No Comments