Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Akşener, Yavaş, Babacan ve Davutoğlu nitelikli siyasetçiler mi?

 

Sık sık ve hâlâ televizyon ekranlarında gördüğümüz bu siyasetçi kişiler gerçekten soruyorum, nitelikli mi yoksa sıradan ve sıradışı hiçbir özelliği olmayan kimseler mi? Bu kişilerin duruşları, tavırları, konuşmaları sanki hiç ilgisini çekmiyor gibi izleyen vatandaşların çoğunun. Sözlerinden, duruşlarından, yaklaşımlarından siyasete ilgisi ve entelektüel özelliği olanların bir nitelik hissetmeleri vâki oluyor mu? Bu hususta siyasete delikanlılık çağımdan beri ellibeş senedir kendince ilgi duyan biri olarak kanaatim olumsuz. Böyle siyasetçileri geçmiştekilerle benzeştiremiyorum. Sık sık kendilerini TV ekranında izlediğim halde!

İbrâhimî kelimede içkin müheyyemî (üstün Hak aşkıyla ilgili) hikmetin açıklanması

 

Cenâb-ı İbrâhîm (a.s.)da Hak muhabbeti gâlip olduğundan, Allah uğrunda babasından ve kavminden yüz çevirdi; ve Hak yolunda oğlunu kurban etmeğe teşebbüs eyledi; ve çoğu malını terk etti. Ve muhabbetinin şiddetinden Hakk’ı, nûriyyetin (nurluluğun) zuhuru hasebiyle (asâletiyle) kevâkib (yıldızlar) mazharlarında talep edip: “Eğer Rabbim bana hidâyet etmez ve doğru yolu göstermezse, şaşırmışlardan ve Hakk’ın cemâlinde hayrete düşenlerden olurum.” (En’âm 6/77) dedi. Bu hallerin cümlesi galebe-i heyemândandır (şiddetli Hak aşkındandır). Ve âkıbet aşk şiddetinin kemâli hasebiyle kendi nefsinden fânî ve Hak’la bâkî oldu. Ve Hakk’ı gökler, arz ve ruhlar, cisimler mazharlarında (zuhur yerlerinde) idrâk eyledi. Bu teheyyüm (şiddetli Hak aşkı) sıfatı ilk olarak ziyadesiyle âşık yüce ruhlarda görünür oldu. Zîrâ Hak onlara cemâlî celâlinden tecellî etti; ve onlar Hakk’ın nurlarında hâim (aşkından dolayı şaşkın) olup nefislerinden gâib (görünmez) oldular. Dolayısıyla nefislerini ve Hakk’ın mâsivasını ( Hak dışındaki şeyleri) bilmediler. Ve onların halkıyyeti (yaratılışı) üzerine hakkıyyet mütecellî ve gâlip olduğundan onlar bu tecellîde müstağrak (gark olmuş /nûra batmış) ve müstehlek (tüketilmiş) oldular. Sâniyen(ikinci olarak) kümmel-i enbiyâdan (nebilerin büyüklerinden) İbrâhim (a.s.)da görünür oldu. Çünkü Halîlü’r-Rahmân idi. Ve “halîl muhibbin (seven/dost) rûhu meyânında “tahallül” eden (çözünen) habîbdir (sevgili). Ve “hıllet”(içten sevgi) habîbde çözünen muhabbettir. Dolayısıyla İbrâhîmî kelime “müheyyemî hikmet”e yakın kılındı. Ve bu fasta “heyemân”ın (şiddetli aşk) halleri anlatıldı. Ve subûtî ilâhî sıfatlar ilk olarak cenâb-ı İbrâhîm (a.s.) ile görünür olduğundan “kuddûsî hikmet”ten sonra bu “müheyyemî hikmet”in zikri gerekti.

İbrâhîm Halîl (a.s.)ın “halîl” ile adlanması, ilâhî zâtın sıfatlanmış olduğu tüm sıfatlara zât-ı Halîl’in dâhil olması ve hasrı (mahsus kılınması) sebebiyledir.

Yani Hz. İbrâhim (a.s.)ın zâtı, ilâhî zâtın varlık tavrı ile sıfatlanmış olduğu tüm şeylere şâhidler ile girmiş ve ilâhî sıfatların hepsini toplayıcı olmuş bulunduğu için kendisine “Halîl” adı verildi. Bundan ötürü ilâhî sıfatlar ve isimler İbrâhîm (a.s.) ile ve cenâb-ı İbrâhîm de isimler ve sıfatların mazharlarıyla tamâmen hakkı ile kâim (birbirinin yerine geçen) oldu. (…) Bundan dolayı birinci itibara göre, Halîl adlaması ‘fâil’ (etkin) anlamına; ve ikinci itibara göre de ‘mef’ûl’ (edilgin) anlamına olur.

Celal Şengör’ün Osmanlı Devleti hakkında vaktiyle sahip göründüğü kanaatin aksine bir yazısındaki tavrı ve görüşü üzerine onun yazılarını artık okumadığım hakkında

 

Celal Şengör’ü bir tarihe kadar önemser ve çıkan yazılarını okurdum. O tarihi kaydetmedim ama en az on seneden daha fazla bir zaman geçmiştir, yazılarını merak etmiyor ve okumuyorum artık. Sildim kafamdan ve gönlümden o kişiyi.

O son okuduğum yazısı Cumhuriyet gazetesinin ek olarak verdiği bir dergide çıkmıştı. O yazıda anlam olarak şöyle bir hüküm cümlesi vardı: “Osmanlı Devleti diye bir devlet tarihte hiç olmasaydı insanlık hiçbir şey kaybetmezdi.”

Osmanlı Ve Cumhuriyet Arasında Bir Hoca

 

Merhûm M. Orhan Okay‘ın Dergâh Yayınlarından çıkmış SİLİK FOTOĞRAFLAR PORTRELER kitabının OSMANLI VE CUMHURİYET ARASINDA BİR HOCA başlıklı bölümünün birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Nüfustaki kaydı: Mahmud Celâleddin Ökten. Bu isimlerden hiçbiri onu tanıyanlara bir şey hatırlatmaz. Benden önceki nesil, benim neslim ve benden sonrakiler onu hep Celâl Hoca diye bildiler.

İsmet Özel’in son birkaç yazısından alıntılar

 

“To be or not to be, that’s the question.” Danimarka prensi Hamlet’in eline insan kurukafasını almış olduğu halde sarf ettiği bu sözü şöyle tercüme edebiliriz: Olmak veya olmamak, bütün mesele budur. Doğrudan doğruya dünyada olup olmamaktan bahsediyor. Bu Âdem’in yaratılması akabinde doğan meseledir. II. Cihan Harbi sonrasında eski dünyanın bütün fazlalıklarından kendini arındırarak mutlak bir malî hegemonya kılığında bizi itaate zorlayan Dünya sistemi’nin de ahlâkı budur. Dünya sistemi diyeceğim yerde küfür kelimesini kullansaydım hata mı etmiş olurdum? Hayır, çünkü tek dünyalılık küfrün beslendiği en gür kaynaktır. Yaşayıp yaşamadığı tartışma konusu olan William Shakespeare Britanya’daki en yüksek tabakanın fikrî yapısını yani tek dünyalılığı temsil etmeye dönük şeyler yazdı. Yazdıkları hepimize birer edebiyat şaheseri olarak kabul ettirildi. Shakespeare’in tiyatro eserlerinin tamamının tarihten veya efsânelerden alındığına dikkat etmedik.”