Fusûsu’l-Hikem Dîbâcesi’nden (dibâce: önsöz) alıntılar
Muhyiddin İbnu’l-Arabî‘nin en ünlü eserlerinden biri olan Fusûsu’l-Hikem Tecüme ve Şerhi-I (Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk, Hazırlayanlar: Prof.Dr. Mustafa Tahralı– Dr. Selçuk Eraydın, İFAV / M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları / 7.Basım Nisan 2017) in başlıkta belirtilen bölümünden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Nimet rahmeti ile eşyânın tümüne varlık veren ve zorunluluk rahmeti ile bazı kullarına tecellî etmiş olan kemâlâtın tümünün sâhibi bulunan Allâhü zü’l-Celâl hazretlerinin şerîf ismiyle bu Fusûsu’l-Hikem‘i yazmağa başlarım demek olur. (…)
Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) bir hadîs-i şerîfe tâbi olarak besmele-i şerîfe ile bassladıktan sonra, hamd ve senâ kemâlâta (olgunluğa) ait olduğu, oysa bi’l-cümle kemâlât Allahü Zü’l-Celâl hazretlerine mahsûs bulunduğu için besmele-i şerîfeden sonra ‘hamd’i andı ki, hamd’in tümü Allah’a mahsûstur demek olur. Ve hamdde üç sûret vardır:
Birincisi Hak’tan halka olan hamddir ki, bunun delîli anlam olarak “Süphesiz ki Allah ve melekleri Peygamber’e salavât getirirler.” (Ahzâb,33/56) ve “Üzerinize bolluk ve bereket indiriyor.” (Ahzâb, 33/43) Bu sûrette Hak Hâmid (hamd eden) ve halk mahmûddur (övülmüş).