“Fîhi Mâ Fîh”den alıntılar

 

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî‘nin (m.1207-1273) bu eserinin mütercimi Ahmed Avni Konuk (1868-1938), yayına hazırlayanı Dr. Selçuk Eraydın (1937-1995) olup İz Yayıncılık’tan 8. Baskısı 2009’dadır.

“Hz. Mevlânâ Kur’ân-i Kerîm’in sûretini doğru okumaya çalışıp, mânâsından habersiz ve alâkasız olanları, cevizin kabuğuyla oynayıp içinden habersiz çocuklara benzetiyor.” (s. XIV)

Mevlânâ Kur’ân-ı Kerim’deki (Kehf, 18/109) “De ki, Rabbimin kelimeleri için deryâ mürekkep olsa ve bir o kadar da ilâve getirsek dahi, Rabbimin kelimeleri bitmeden önce deniz tükenir,” âyet-i kerîmesini delil göstererek, kelimetullâhın tükenmeyeceğini; halbuki elli dirhem mürekkep ile Kur’an-ı Kerîm yazmanın mümkün olacağını ifade edip, suret bir ve sınırlı olmakla berâber mânânın sonsuz olduğunu söylüyor.” (s. XlV)

“Mevlânâ sûreti cemâd hükmünde mütalaa eder ve sadece sûreti gören kimsenin manâya yol bulamayacağını; suret-bîn (sûreti görücü) olan kimselerin, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, yolun çocukları mesâbesinde bulunduklarını söyler.” (s. XV)

“Bu tuhaflık incitiyor beni.”

 

İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde ALIN TERİ GÖZ NURU üst-başlığı altında çıkan “YAŞAMAK SERESERPE DEĞİLSE NEDİR?” başlıklı ve 21 Ramazan 1443 (22 Nisan 2022) tarihli yazısının (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=119&KatId=7 ) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

” Yüzyıllar içinde ve bilhassa Batılılaşmanın devlet eliyle uygulandığı adına resmi tarihin yıkılış dönemi yakıştırıldığı dönemde Türk aklı yaşamağa sereserpelik anlamı verdi. Taşra vilâyetlerinden birinde eğer sual ‘Filânca İstanbul’a niçin gitti?’ şeklinde sorulduysa cevabı ‘Yaşamağa gitti’ olarak tertip eden kimse yaşamak fiilinden keyfince gün geçirmeği kast ederdi. (…)
Devlet siyasetinin mümkün olduğu kadar az toprak kaybetmek ve mümkün olduğu kadar yavaş çökmek esasına oturtulduğu ortamda elimizde yalnızca çile doldurmak kalmıştı.

Çilemiz hâlâ dolmuş değildir.  Türklerden bir millet olarak bahsetmek yerindeyse bu halimizle benzersiz bir milletiz. (…)  Türklerin dünya ticaret yollarını denetim altında tuttuğu bir zamanda Avrupa’nın hâkim sınıflarını lüks ve refahtan mahrum bırakmamak için birikmiş sermayenin yöneticiliğine ihtiyaç vardı. Kapitalizm hangi kılığa girerse girsin (zaman içinde reel sosyalizm kıyafetinde bile karşımıza çıktı) bu yönetme biçiminin mücerret bir ifadesi oldu. (…)

“Sâlihî kelimede mündemic (içkin) ‘Fütûhî Hikmet’in açıklanması”

 

Müellifi Muhyiddin İbnu’l-Arabî, mütercimi ve şârihi (1929 öncesi Türkçesi ne/ile) Ahmed Avni Konuk olan Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi adlı eseri günümüz Türkçesiyle dört cilt olarak yayına hazırlayanlar Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın‘dır. Bu eserin ikinci cildinin Sâlih Fassı’ndan yapacağım bazı alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.

” ‘Fütûhî Hikmet’in Sâlihî Kelime’ye tahsis olunmasındaki sebep budur ki, asla beklenmediği halde dağ açılıp Salih (a.s.)ın devesi çıktı. Umulmaz olduğu halde dağdan devenin çıkışı Salih (a.s.)ın mu’cizesi idi. Ve ‘fütûh’ (fetihler/ açılmalar) ise beklenilmeyen bir şeyden bir şeyin zuhûrudur (belirmesi). Salih (a.s.) da Fettâh (feth eden/açan) isminin mazharıdır. Bu mazhariyeti hasebiyle Hak Teâlâ Salih (a.s.)a devenin zuhuru için dağın yarılması mu’cizesiyle gayb kapısını ‘feth’ etti (açtı). Ve bu açılış sebebiyle onun kavminden bazılarının îmânı meftûh (açılmış) oldu. Ve mu’cize olan deveye îman ve ona emir olundukları vech ile (tarzda) ihtirâm ettiler (hürmet gösterdiler). Ve ba’zılarının da küfrü (inkârı) açılmış oldu. Bu ni’mete kâfir (nankör) oldular ve deveyi kestiler. İşte bu birbirini izleyen olaylar fütûhat-ı selâse (üç fetih /açılış) idi. Dolayısıyla Salih (a.s.)ın seyri (yürüyüşü) bu isim üzerine oldu; ve ilâhî isimlerin hepsi mefatih-i gayb (gayb açıcıları) olduğu için Cenâb-ı Şeyh (r.a.) ‘fütûhî hikmet’e mukârin (yakın) olan bu münîf (yüce) fasta ‘îcâd’ı ve onun ‘ferdiyyet’ (bireylik) üzerine dayanışını açıkladı.

İlhan Kutluer’in “Yitirilmiş Hikmeti Ararken” kitabından (İz Yayıncılık 4.Baskı 2017) alıntılar

 

“(…) Bu bölümde (Birinci bölüm) yer alan yazıların ortak hedefi tefekkür geleneğimizi ele almanın mümkün yöntemleri hakkında belli bir farkındalık oluşturmak, bunu yapmaya çalışırken yorumlayıcı ve anlamlandırıcı yaklaşımları denemektir. İkinci bölümde ise araştırma metinleri yer almaktadır. Bu bölümdeki makaleler özellikle klasik İslâm düşüncesinin felsefi boyutlarını belirgin kılmayı amaçlayan bir muhtevaya sahiptir.(…) Kitap, geleneğin sancaklarını günümüzün fikir dünyasına taşıyacak ve geleceğin medeniyet burçlarına dikecek olan hikmet yolcularına ithaf edilmiştir. Yitik hikmet hazinesine götürecek fikrî haritaları geleneğin birikimi ve çağının deneyimiyle yeniden çizecek olan bu seçkin yolcuları selamlıyorum.” ( ‘Sunuş’ başlıklı bölümden, s. 11-12)

“(…) 2001den itibaren yaklaşık on yıl içinde çeşitli toplantılarda sunulmuş yahut çeşitli dergilerde yayınlanmış bu metinlerin temel meselesi İslâm entelektüel geleneği hakkında günümüz düşünen insanının ilgi ve anlam dünyasına karşılık gelebilecek bazı ana fikirlere ulaşmaktı. (…) Biz de bu sürecin nâçiz bir işçisi olarak klasik entelektüel geleneğimizi konu edinen yazılarımız tarafından eğitildik. Bu deneme ve makalelere uğraşırken zihnî çaba bizi de bir yerden aldı bir yere taşıdı doğal olarak. (…) Düşünme ve araştırmanın doğasında birikimsellik var ve elinizdeki türden yazılar birikimsellik gerçeği karşısında kendi sınavını vermek zorunda. (…) Son söz olarak bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız ve bilmediklerimiz için geleneğe uyarak ‘Allahu a’lemu bi’s-savâb’ diyoruz, vesselam. Prof. Dr. İlhan Kutluer. Mart 2017, Beylerbeyi ” ( ‘Yeni Baskı İçin Birkaç Söz’ başlıklı bölümden, s. 13-14)

Fusûsu’l-Hikem Tercüme Ve Şerhi-l’den alıntılar

 

Müellifi Muhyiddin İbnu’l-Arabî, mütercimi ve şerh edeni (1929 öncesi Türkçe’ye/ile) Ahmed Avni Konuk, günümüz Türkçesiyle yayına hazırlayanlar Prof.Dr. Mustafa Tahralı ve merhum Dr. Selçuk Eraydın olan eser dört cild olarak M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları’ndan (İFAV) çıkmıştır.

Bu yazıyı eserin 1. cildinden (7. Baskı: 2017) yapacağım alıntılamalar oluşturacak.

Fusûs yazıldığı târihden bugüne kadar sekiz asırdan beri İslâm mutasavvıf ve düşünürlerinin dikkatini çekmiş, İbnü’l-Arabî’nin müridi Sadreddin Konevî tarafından yapılan şerhi, asırlar boyunca pek çok şerh takip etmiştir. (…) Neşrini hazırladığımız bu şerhin, eserin anlaşılmasında okuyucuya bir hayli kolaylık sağlayacağı kanaatindeyiz. (…)” ( ‘Yazar ve Eser Hakkında’ başlıklı ilk bölümden, s. 35)

” ‘Kader’ kazânın tafsîlidir. ‘Kazâ’ bir vakit ile kayıdlı olmadığı halde, ‘kader’ vakitlerden bir vakit her bir sabit hakikatin hissedilir sebepler altında tüm mertebelerde zuhur edecek hallerini takdîrden ibârettir. (…)” (s. 23)