Dua ve inanmak hakkında altı küsur yıl önceki bir yazıdan…

 

“İnançlı insan, inandığı için dua etmez, bilakis dua ettiği/edebildiği için inanır. Dahası dua ettikçe inanır.
Ne kadar dua ederse/edebilirse o kadar inanır.”
Dücane Cündioğlu, 3 Temmuz 2010 günü Yenişafak’ta çıkan “Duanın değil anadile, dile bile ihtiyacı yoktur!” başlıklı yazısına yukarıdaki bu cümlelerle başlamış ve Pascal’ın bir sözüne yer vermiş:
-“Agenouillez-vous, priez et vous croirez!”
Yani:
-“Diz çökün, dua edin: inanacaksınız!”

İnsana mahsus zorlu ve büyük imtihan: Hakikate sadakat

 

Başlıktaki sözü Gökhan Özcan’ın “Nefes darlığı” başlıklı yazısındaki (Yeni Şafak, 09.02.2017) bir cümleden çıkardım. O cümleyi ve onun tamamlayıcısı olanı hemen aktarayım:

“Yaratılmışlar içinde sadece insan hakikate sadakatinden imtihan ediliyor. İnsan olmanın sadece zorluğu değil, başkalığı da tam burada gizli…”

Merhum Orhan Okay hakkında İsmail Kara’nın yazısından birkaç cümle

 

Aylık Derin Tarih dergisinin 59. sayısında (Şubat 2017) İsmail Kara‘nın “Ağır Akan Tebessüm ORHAN OKAY” başlıklı bir yazısı çıktı. Bu yazının değişik yerlerinden alıntıladığım birkaç cümle ile okuyanlar olursa onları yazıdan haberdar etmek istedim.

*13 Ocak’ta vefat eden ve 14 Ocak’ta rahmet deryalarında sırlanan Orhan Okay Hoca ile birlikte hususiyet sahibi bir insan daha aramızdan sessizce çekildi.

*Bir sohbet insanı, bir tebessüm, bir merak, bir dikkat ve hayret, bir zarafet adamı…

*İlk iki büyük eseri edebiyattan ziyade düşünce tarihi çalışmasıdır: Beşir Fuad-İlk Türk Pozitivisti ve Natüralisti (doktora tezi, 1963, bs.,1969), Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi (1975).

*Kadere rıza vermekten başka ne yapılabilir diyeceğim ama Orhan Hoca’nın yapmak istediklerini yapan, projelerini tamamlayan, geriye hoş sadalar bırakan bir insanın huzuruyla gözlerini kapadığı kanaatindeyim.

Entelektüel ve akademisyen bir gazete yazarının bu günkü yazısından…

 

“(…) Televizyon kanalları her akşam birilerini ekrana toplayıp güya tartıştırıyor. Buna ‘bağrıştırıyor’ demek daha doğru. Kimsenin, ortaya attığı görüşü şu bahsettiğim çerçeve içinde objektif ve sübjektif ince hatları ve ayarlarıyla ele aldığı yok. Buna olanak da yok. Bu bir.

Sahiden derdi olan bir insanın bu günkü gazete yazısından bir bölüm

 

“Barok komodinde bir ölüm kurdu,/ çıtırdatır kurumuş tahtaları habire./ Vızıldar bir sinek, üzgünce bir türkü,/ çöker de on üç cilt Schopenhauer üstüne.” demiş ‘Antikalar’ isimli ilginç şiirinde Wolfgang Borchert (Behçet Necatigil çevirisiyle). Topu topu 26 yıl süren kısacık hayatı fazlasıyla dramatiktir Borchert’in, kendine özgü hikayeleri de öyle. Hikayelerini topladığı ‘Bu Salı’ya ara ara geri döner, yeniden dolaşırım içinde, ürpertiyle.

Bilen bilir Neşe Kutlutaş içeriden yazan, insanı hemen kavrayan özel bir kalemdir. Yeni kitabı ‘Companero Rosita’da yaşanmış ve bizim de aşina olduğumuz çok çarpıcı, çok dokunaklı bir hikaye anlatıyor bize, okumayan kaybeder, benden söylemesi…

Baktığı her insanda kendi hayatına katacak bir başkalık, bir güzellik gören insanlar da var.

Gökhan Özcan’ın “Bir ihtimal içinde sonsuz ihtimal” başlıklı yazısından (Yeni Şafak, 06.02.2017).
http://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhanozcan/bir-ihtimal-icinde-sonsuz-ihtimal-2036007