Bir Kitap: İsmail Kara’nın “Genişletilmiş Dördüncü Baskısı ve Kutuz Hoca’nın Hatıraları”

 

DERGÂH Yayınları’nın 202., Anadolu Kitaplığı’nın 1., Rize Kitapları’nın 12., 3. Baskısı Kasım 2000 ve ilaveli 4. Baskısı Eylül 2015 olan KUTUZ HOCA’NIN HATIRALARI / Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası kitabı’nın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

KUTUZ Hoca’nın Hatıraları- Cumhuriyet Devrinde Bir Köy Hocası kitap olarak 22 Şubat 2000 tarihinde çıktı ve kısa zaman içinde ciddi denebilecek bir ilgiye mazhar oldu. Bu ilginin önceden bildiğim yahut sonradan farkettiğim birkaç sebebi var. Gazete ve dergilerin özel bir alâka göstermesi ve hakkında peşpeşe güzel tanıtım yazılarının çıkması, benimle röportajların yapılması güncel ilginin ana sebebi sayılır. (Yayın sırasıyla Dücane Cündioğlu, Taha Kıvanç ( Fehmi Koru), Hüseyin Yorulmaz, Ahmet Turan Alkan, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Erdal Çakır, Orhan Okay’ın yazılarını özellikle ve teşekkürle anmak isterim). Fakat daha köklü sebep muhtemelen bu sahanın, Cumhuriyet devri hoca ve şeyh hatıraları ve monografileri alanının bomboş olmasıydı. Doğrusu hâlâ önemseyerek ve severek çalıştığım bu alana dikkat çekmek, sahayı canlandırmak ve teşvik etmek için yayıncılık tecrübelerimin tamamını kullanarak hem muhteva ve hissiyat hem de görsellik itibariyle tahrik edici, heveslendirici bazı unsurlara da yer vermiştim. Tahminlerim tuttu. Basın-yayın mensupları yanında din-siyaset ilişkileri ve sosyoloji çalışan akademisyenlerden; ilahiyatçılar, Diyanet mensupları, hatırat meraklılarından, hocalardan, elbette hemşehrilerimden ümit verici, zevkli geri dönüşler aldım. Kitapta kendisinin ve hocalarının benzer tecrübelerini bulanların sayısı hayli fazlaydı. (…) Bir ay içinde bin adetlik ilk baskının tükendiğini söylersem mütevazi bir yayına gösterilen ilgiye kaynaklık eden sebeplerin etkisi hakkında bir fikir edinmek mümkün olur sanırım. İki bin adetlik ikinci baskı Mart’ın son gününde çıktı, yine iki bin adetlik üçüncü baskı ise aynı yılın Ekim ayının sonunda yapıldı ve o yılın TÜYAP Kitap Fuarı’na yetişti. (…) Köy romanları, köy hayatıyla ilgili hatıra ve deneme metinlariyle karşılaştırıldı. Bunların hepsi hayra alâmetti.

Avrupa’da Bir Cevelân / Fransa’da Yüksek Tahsil ve Doktora

 

“Biz Batı’nın iki şeyini yanlış anladık; iki yüzünü tersinden gördük: İlmini ve ahlâkını. Batılılaşmak isterken onun ilmini alıp ahlâkını almamak kararını verdik. İlimle ahlâkın aynı kökten çıktıklarını bilemedik. İlmi de güya almak isterken, bir müze malı gibi veya bir şöhret kürkü gibi mahfazalar ve bohçalar içerisinde güzidelerle münevver geçinenlerin temaşasına mahsus, cemiyetin hayatıyla alâkasız bir antika eşyası halinde aldık.

( “Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlâk Görüşü”, Kültür ve Medeniyet kitabından)

LİSEDEN mezun olan Topçu, muhtemelen kendi kendine verdiği bir kararla Avrupa’da tahsil imtihanlarına girer ve kazanır (1928 yazı). Kesin bir bilgi olmamakla beraber ailenin yakın dostu Hüseyin Avni Ulaş, Erkek Lisesi’nde hocası Celal Hoca, hatta Hasan Âli Yücel, belki başka hocalar ve okul idaresi bile Avrupa’da tahsil imtihanlarına girmesini tavsiye ve teşvik etmiş, desteklemiş olabilirler. Zaten 1927 yılında hazırlanan talimatnameye göre her okul Avrupa’da tahsil için istidatlı gördüğü başarılı (ve en azından iyi derece ile bitirmiş) talebeleri Bakanlığa bildirecek ve bu talebelerden Milli Talim ve Terbiye Heyeti’nin onayından geçenler giriş imtihanlarına katılabilecektir.

“Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-IV, Zekerâvî Kelimede içkin ‘Malikî Hikmet’ hakkındaki Fas’tan Alıntılar

 

“Bilinsin ki, Zekeriyyâ (a.s.)ın müdebbiri(tedbirli olan) özel ismi ’Mâlik’ ism-i şerîfidir. Dolayısıyla şehâdet hazretinde onun varlığında zâhir olan da, bu ismin hazinesinde saklı bulunan hâller olduğundan, kendisi Allah indinden bu ismin muktezası olmak üzere, tam kuvvet ve etkin himmet ile teyid edilmiş oldu ; zîrâ ‘Mâlik’ şiddet ve kuvvet manâsına olan ’mülk’ten alınmıştır; ve mülk, kudret ve tasarruf anlamına da gelir. Şu halde Hak malikiyeti, Zekeriyyâ (a.s.)ın varlığında zâhir oldu. Çünkü o’nun şerefli varlığı ”din günü” gibi oldu; ve kıyâmet manâsına olan din gününde Hakk’ın malikiyet kemâli zuhûr ettiği cihetle Hak Teâlâ ’din günü’ne Mâlik şerefli ismini bağlı kılıp, Fâtiha Sûresinde mâlik-i yevmiddin buyurdu; bundan dolayı cenâb-ı Zekeriyya rahmet ve nıkmetin (zahmetin) zuhuru hususunda din gününün hâlleri ile tahakkuk eden olduğundan, din günü menzilesinde oldu. Şu halde Hak Teâlâ hazretleri ”din günü mâliki” olduğu gibi ”Zekeriyya Maliki ” de oldu. Çünkü Hak Teâlâ anılan günde bazan rahmet ve bazan azab eder. Ve bu günde rahmet ve azabda zuhûru ile onun mâlikiyeti zâhir olur. İşte Zekeriya (a.s.) ın varlığında da Hak bu iki şe’n ile zâhir oldu. Rahmeti ile zuhûru budur ki, onun muhterem zevcesi âkır ve kendisi pek ihtiyar olduğu halde ”bana katından bir veli bağışla” (Meryem, 19/5) diyerek Hak’tan bir salih oğul taleb etti. Ve Hak Teâla da duasını müstecab edip,o hazretin haiz olduğu ilahi maarif ve rabbanî sırlar ve hamîd ahlâka vâris olarak ona Yahyâ (a.s.)ı bahşetti. Ve nıkmetle (intikamla) zuhûru budur ki, Hak Teâlâ onu şiddetle ahz etti / o hazreti testere ile küffar ikiye biçtiler. O dahi buna sabredip, mazhar olduğu özel ismin gereği olarak Hak’tan bu belanın kaldırılmasını talep etmedi. işte bu sebebe binâen ”mâlikî hikmet” Kelime-i Zekerâvi’ye tahsis kılındı. Mesnevî ’den tercümesi: ”İmdi kıyâmet ol, kıyameti gör: her şeyi görmek için bu şarttır. Akl olursan, aklı kemâliyle bilirsin. Aşk olursan aşkı cemâliyle görürsün.”


Fütûhât-ı Mekkiyye 18. Cild, s.387-390: Tavsiyeler’den alıntılar

 

“Allah’tan korkma konusunda dostluk makamı ile ilgilidir. Allah, dostu Hz. Buİbrahim’e şöyle der: Ey İbrahim! Sende gördüğüm bu şiddetli korku da nedir böyle? Hz. İbrahim şöyle cevap vermiştir: Yâ Rabbi! Nasıl korkmayayım ve nasıl endişeli olmayayım ki? Babam Âdem sana çok yakındı; onu ellerinle yarattın, ruhundan üfledin, meleklere kendisine secde etmelerini emrettin, sadece bir günah nedeniyle onu civarından uzaklaştırdın. Allah kendisine şöyle vahyetti: Ey İbrahim! Sevgilinin yaptığı hata sevgiliye pek ağır gelir. ‘

İlahi Tavsiye

Allah’tan perdeleyen işler hakkındadır. Allah Hz. Davud’a şöyle vahyetmiştir: Ey Davud! İsrail oğullarına şehvetlerine uymayı yasakla. Şehvetlere bağlı kalpler benden perdelenmiştir.

İlahi Tavsiye

Allah’ı her durumda zikretmek gerekir. Hz. Musa şöyle demiştir: Ya Rab! Sen uzakta mısın yakın mısın? Uzakta isen seni çağırayım, yakın isen seninle münacat edeyim. Allah şöyle demiştir: Ben beni zikredenle otururum. Kim beni zikrederse onunla beraberim. Hz. Musa sormuş: Rabbim! Sana en sevimli gelen amel hangisidir? Allah cevap vermiş: Her durumda beni çokça zikretmek en sevdiğim ameldir.’ Geceyi İbadetle Geçirmek Hakkında Tavsiye Allah gecenin son üçte birlik kısmında yakın semaya iner ve şöyle der: Beni sevdiğini iddia edip de şimdi uykuda olanlar yalan söylemiştir. Seven sevdiğiyle baş başa kalmak istemez mi? Ben sevdiklerimi görmekteyim. Onlar beni gözlerinin önünde canlandırmış, beni görerek bana hitap etmiş, huzurumda benimle sohbet etmişlerdir. Yarın da onların gözleri cennetlerimde parıldar.

Tavsiyeler

Allah Hz. Musa ile konuşurken şu tavsiyelerde bulunmuştur: Ey Musa! Bana yaklaş, benim değerimi bil, çünkü ben Allah’ım. Ey Musa! Bütün yaratıkların arasında niçin seninle konuştuğumu, peygamberlik görevi ve konuşmak üzere niçin seni seçtiğimi, İsrail oğullarından başka birisini seçmediğimi biliyor musun? Hz. Musa cevap vermiş: Hayır, ya Rabbi, bilmiyorum.Allah şöyle demiştir: Ben kullarımın sırlarına muttaliyim. Onların arasında senin kalbinden daha çok benim sabit ve sürekli sevgim (meveddet) için saf ve temiz bir kalb görmedim.Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim Hiçbir şey değilken beni niçin yarattın?Allah şöyle buyurdu: Seninle bir hayır murat ettim. Hz.Musa ‘kime karşı?deyince Allah şöyle dedi: Cennetimde meleklerimle beraber seni civarıma yerleştirdim. Orada ebedî nimete mazhar, mutlu, rahata ermiş bir şekilde kalırsın..’ Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim! Bunun için yapmam gereken nedir?Allah şöyle dedi: Dilin her daim zikrimle meşgul olsun, kalbin benden dolayı ürpersin, bedenin bana hizmet etmek üzere meşgul olsun, ayağını cennete girmiş bile görsen tuzağımdan emin olma.(…) Ey Musa! İsrail oğullarına şunu bildir ve söyle: Ben gökleri ve yeri yarattığımda, onlar için ehil de yarattım. Göklerin ehli melekler ile kendilerine verilen emirlerde Allah’a asi olmayıp emredileni yapan seçkin kullardır. Ey Musa! Benden İsrail oğullarına tebliğ et ve şunu söyle: Tavsiyemi kabul edip verdiği sözü tutan ve bana karşı asi olmayanları meleklerimin derecesine yükseltirim, onlara cennetimi helal kılarım. Onları yaptıkları işlere karşılık en güzel şekilde ödüllendiririm.(…)”

ŞİFA MERTEBESİ

 

eş-Şafi İlâhî İsmi

Şifa acıları gidermek Ruhlar ve cisimler ona yönelir

İşte bu söylediğimiz hakikat Büyük efendiler ona delil

Şeriat onu destekler , bu nedenle onu getirdik / Akıllar ve hayaller onu destekler

Ben bir hastayım (illetli, malûl) Bana kimse bildirmedi

Allah’ın eş-Şafi olduğunu Gayret ettim, Hak ise beni korur

Ben telef olurken şifayı bilmem ki Bir süre verdiğim sözü yerine getirdim

Yerine getirenin kendisi olduğunu bana bildirmedi / Her gruba göre, Hak beni ispat eder

Severek; beni olumsuzlayarak da zuhur eder

Her şahsın Kur’an’dan bir suresi var Okurken benim surem Li-ilafi (ülfet) suresi