“Rabbim! Mağlubum Ben, Sen Yardım Eyle.”
Ekrem Demirli‘nin BİR MEKTUP GELDİ ONDAN Kur’an’ın Anlamına Yolculuk Kitabının (Fikriyat’dan) “Rabbim! Mağlubum Ben, Sen Yardım Eyle.” başlıklı yazısından birkaç alıntı bu yazıyı oluşturacak.
” Doğru yolda olmak dağda gemi yapmak gibidir. Adet ve alışkanlıklarla körelmiş zihinler karşısında hakikati söylemek ve onun peşinden gitmek, dağda gemi yapmaktan öte bir şey değildir. Bu nedenle en zor olanı hakikat üzere sebat ve yoldan dönmemektir. (…)”
” Hat sanatının zarif örnekleriyle yazılmış levhalardaki bir ifade öteden beri Müslümanlara başarının tarifini verir: et-tevfik minallah ( Tevfik Allah’tan) ve Allâhu veliyyü’t-tevfik (muvaffak kılacak sadece Allah’tır). Müminler birbirlerine ‘Allah muvaffak eylesin’ diye dua eder, annenin veya babanın en hoş niyazlarından biri “Allah muvaffak eylesin, Allah utandırmasın” duasıdır. Her birimizin gün içinde müteaddit defa söylediğimiz bu ifade bize ne anlatır? Kadim kitaplarda tevfik (başarı) şöyle tanımlanır: ‘Allah’ın kulun fiillerini rızasına uygun halde yaratmasıdır’ Demek ki tevfik ve muvaffakiyet duasının özel bir anlamı ve bir istikameti var. Müminler her başarı için ‘başarı’ tabirini kullanmıyor, her başarılı kişiyi ‘başarılı’ addetmiyor. Böyle bir başarı için emek harcamayı uygun görmüyor. Onlar ilahi rızaya uygun / muvafık düşen işi ‘başarı’ sayarak onun peşinde ömür harcamayı yaşamanın anlamı kabul ediyor. Başarı ancak ilahi rızaya uygun davranışın adı olabilir. O da yine Allah’ın nasibinden başka bir şey değildir. O zaman başarı ve başarısızlık bahsini ele alırken bakacağımız yer burasıdır. İlahi rızaya uygunluk ve uygunsuzluk hali. Bir fiil ilahi rızaya uygun ise başarıdan söz edilir; buna mukabil ilahi rıza ile çeliştiği ölçüde başarısızlık vardır. İlahi rızaya uygunluk ise bizzat Allah’ın nasibidir. Hayatı bu istikamette yaşayabilmek bizi niceliksel başarının her türünden uzaklaştırır.
Hz. Nuh’tan Son Peygamber’e Kadar Müşterek Dil: ‘Yenildim Rabbim’ ve ‘Ben Yapamam!’
Hz. Nûh duasında ‘Rabbim! Ben mağlup oldum, bana yardım eyle’ nidasıyla niyaz eder. (Kamer, 10.) Bir Peygamber’in daha güzel duası olabilir mi? Hz. Nûh’un dua ettiği zamana ve zemine bakmak işin hakikatini fark etmeyi güçleştirebilir. Onun tebliğ tarihi -ki ona tarih diyeceksek eğer- kelimenin ‘dar’ anlamıyla tam bir başarısızlık tarihidir. Onun tebliği karşısında insanların inatçılığı bir deyime dönüşmüş, insanlık hafızasında yer etmiştir. Biz ‘Nûh dedi peygamber demedi’ dediğimizde, insanlığın ikinci atasının tebliği karşısında yaşanan inadı hatırlarız. Hz. Nûh böyle bir dirençle karşılaşmışsa biz de karşılaşabiliriz. ‘İnsanlığın ikinci babası’nın tebliğinin her aşaması garip tecellilerle doludur. Tevrat’ın ayrıntılı anlattığı hikâyeler Kur’ân-ı Kerîm’de ana hatlarıyla zikredilir. Hz. Nûh, yıllar süren tebliğde kimseyi ikna edememiştir. Hiç kuşkusuz ikna etmek veya inandırmak Peygamber’in görevi değildir, onlar sadece tebliğ eder. Fakat neticede Peygamber de vesiledir ve o vesileyle inananların sayısı darbımesel olacak kadar azdır. Kur’ân-ı Kerîm dokuz yüz küsur seneden söz eder. (Ankebût, 14) (…) Hz. Peygamber birkaç kişinin iman ettiği veya kimsenin inanmadığı peygamberlerden söz eder. (…) Hz. Nûh üzerinden Allah neticeye bakmaksızın başarıya odaklanmayı anlatır: Başarılı olmak, muvaffak olmak demek değildir ve bize emredilen başarısız iken de muvaffak olmamızdır. Daha doğrusu başarı ile muvaffakiyeti ayrıştırarak insanın sınırda durmasını biz Hz. Nûh’tan öğreniriz. Mesele başarılı olmak değil, ilâhî sınırda kalabilmek ve bunun için sabretmektir. Onun kıssasında dikkat çeken tek hadise iman edenlerin sayısının azlığı değildir. Hz. Nûh’a verilen emir büyük bir sınavın ta kendisidir: Bir dağın başında gemi yapmak! Sonradan gelenler bunun mucize olduğunu öğrenmişlerdir, lakin devrinde yaşayanlar için bundan büyük sınav olamaz. Bu nedenle kavmi tuzağa düşerek Hz. Nûh’a ‘bunak’ der. Biz hikayeden şunu öğreniriz: Doğru yolda olmak dağda gemi yapmak gibidir. Âdet ve alışkanlıklarla körelmiş zihinler karşısında hakikati söylemek ve onun peşinden gitmek, dağda gemi yapmaktan öte bir şey değildir. Bu nedenle en zor olanı hakikat üzere sebat ve yoldan dönmemektir. İnsanlık tarihi boyunca nice erdemli insan ‘dağda gemi yapmaya devam edecektir.’ Çünkü dağda gemi yapmak bir nübüvvet âdetidir. (…) Tebliğinin son aşaması başka tecellîleri gösterdi: Gemiye girebilecekler için dua ederken ‘ehlim (ailem) tabirini kullanmştı. Aile ve nesle dua peygamberlerin dualarında önemli bir yer tutar. Hz. Nûh’un duasına rağmen oğlu gemiye binmedi, çünkü iman etmemişti. İman bağı yoksa kan bağının anlamı olabilir mi? Demek ki Hz. Nûh da babalıkta ‘başarısızlığa’ uğramıştı. (Hûd, 25-49)
No Comments