Sadreddin Konevî Kitaplığı “Tasavvuf Metafiziği”nden (Miftâhü’l-Gayb, Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yay.1.Basım:Aralık 2014 ) alıntılar

 

“(…) Sanki sonraki bütün asırlar onüçüncü asrın bir devamı gibi yaşandı bu topraklarda. Yunus Emre, Ahmed Yesevi, Mevlana, Nasreddin Hoca, Karagöz-Hacivat, Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli gibi hayatın farklı alanlarında tebarüz etmiş isimler bu asrın bereketini sonraki asırlara taşımış elçilerdi. Müslümanlar metruk (terkedilmiş -a.a.-) ve yorgun bir coğrafya olarak tevarüs ettikleri Anadolu’yu tarihinin en üretken dönemine taşımış, entelektüel sınırları itibariyle ‘Büyük Anadolu’ diyebileceğimiz bir bilim ve düşünce coğrafyası ortaya çıkmıştı. (s. 8)

(…) Bununla birlikte bütün bu isimler arasında hiç kuşkusuz en müstesna olanı Sadreddin Konevî idi. Konevî bu asrın kurucu düşünürüdür. (…) Konevî’yi anlamak 13.asrı anlamak değildir sadece! Onu anlamak bütün nazarî gelenekleriyle İslâm düşüncesini anlamak demektir. Bu nedenle Konevî’yi bütün düşünürlerden ayrı ele almak şarttır. Konevî bir sûfîdir, eserinde tasavvufun bütün meselelerinin izleri görülür. Konevî bir kelamcıdır, kelamın bütün nazarî bahislerine katkı sağlayacak görüşlere yer vermiştir. Her şeyden önemlisi de teknik anlamıyla bir metafizikçidir. Bu yönüyle Konevî İslâm mirasının bir hülasası sayılabilir. (…) (s.8-9) Konevî’nin ne yaptığını anlamak için dönüm noktalarından birisi olarak Gazzâlî üzerinde durmak gerekir. O hiç kuşkusuz kelam, felsefe ve özellikle Bâtınîlik eleştirisiyle İslam düşüncesinin zirve isimlerinden birisidir. Bununla birlikte Gazzâlî’nin tasavvuf tarihindeki etkisi dolaylıydı. Her şeyden önce Gazzâlî tasavvufa yeni bir şey katmaktan daha çok, teşekkül etmiş ‘sünnî’ tasavvuf anlayışını din bilimlerine ve fırkalara karşı ‘kurtarıcı yöntem’ olarak savunup tasavvufun İslâm toplumunda bir hakikat yöntemi olarak kabul ve itibar görmesine katkı sağladı. (…) Gazzâlî’ye göre hakikate ulaşmak isteyen yöntemler arasında ‘tutarsız’ olanlar metafizikçilerdi. Onun metafizik eleştirisi kelamın geleneksel tavrının daha güçlü ve sistematik hale gelmesinden ibaretti. (…) İslam dünyası bu süreçte eş zamanlı olarak iki bağımsız alanla karşı karşıya geldi ve bir ikilik ortaya çıktı: felsefi bilimler ve dini bilimler! İslam düşüncesi bu ikiliğin doğurduğu büyük krizle yüzleşmek zorunda kaldı. (…) (s.9-10)

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked