“Susan talihsizdir” bahsi hakkında…
Şöyle demiştir: “Susmak âcizlikten meydana gelir; her kim âciz kalırsa, hakîkati üzere bulunmuş demektir. Kim kendi hakîkati üzerinde bulunursa, var olanı bilir. O’nun idrak mahallinin değeri bilgiye bağlıdır, çünkü ancak bilgiyle tasarrufta bulunur. Bilginin yönlendirdiği kimse asl’a benzemiş olduğu için mutludur ki, bu da ‘ahlâklanmak’ demektir. Şöyle demiştir: ‘Allah Hz. İbrahim’in diliyle Nemrut’a ‘Güneşi batıdan getir’ demiş , kâfirin dili tutulmuştur. (el-Bakara 2/258) diye söyletmiştir. Kasdedilen birinci meselededir. Dili tutulduktan sonra ise kâfir değildir; çünkü hakîkatı öğrenmiştir. ‘ Allah kâfir bir kavme hidâyet etmez.’ (el-Bakara 2/264) Yani kendilerini perdelemiş ve örtmüşler gerçeği açıklamaz; gerçeği açıklamakla bilgisizlik perdeleri kalkar. Örtüler kalktığında, gerçek kendinde bulunduğu hâl üzere tezâhür eder. Böylece bilgiyi vermiş, tecellîsinden önce gerçeğin gizli kaldığı kişi susmuş, telaffuz etmese bile, içinde bir iman meydana gelmiştir ki böyle olması kaçınılmazdır. Onu nasıl telaffuz edebilir ki? Kuşkusuz ki hisle idrak ettiği bir şeyden bu kez habersiz hâle gelmiştir.’
Bunlardan birisi de ‘Nur evi ma’mûr kalb demektir’ bahsidir: Şöyle demiştir: ‘Muttaki, veralı ve temiz bir mü’minin kalbini sadece Allah doldurabilir. Allah nurdur, çünkü O “Göklerin ve yerin nûrudur.” (en-Nûr 24/35) Kâlb kandile benzetilmiştir. ‘Lamba bulunan bir kandillik gibidir. Kasdedilen Allah’ı bilmenin nûrudur. Onun dışındaki sözler de kendisiyle tekniğin gerçekleştiği nûrun kemâlini izhar eden sözlerdir, yoksa teşbihin kendisi değillerdir. Hakîkatı karıştırma, Hakk’ın ayette açıklamış olduğu şekilde doğru yola yönel! Ârif, tilavet ederken lamba (misbah) kelimesi üzerinde durarak şöyle der: ‘Lamba zücace içindedir. ’ (en-Nûr 24/35) Ârif lamba hakkında konuşur, yoksa kalbinin sığdırdığı ve kandile benzetilen Hak’tan ibâret olan ilâhî nur hakkında konuşmaz. Mişkat ise menfez ve küçük pencere demektir.
Bunlardan birisi de ‘Sakınılmış kale şeriat ilimleridir’ bahsidir. Şöyle demiştir: ‘Âlemde şeriatların ve aklî kanunların konuluş hikmetini bilen insan onlara hakkıyla riayet eden ve onlara göre davranan ve yaşayandır. Onlar dünya menfaatlerinden olan neden ilişkilerini, mal ve can güvenliğini sağlayan kanunlardır. Bu hususlar o kanunları uygulayan ve bunun için çalışan kimseler tarafından sağlanır. Sıradan insanların kanunlardan ve şeriatlardan anladığı budur. Şeriatlara iman edenler ise farklıdır. Kanunlar peygamberlerin getirdiği ilahî hükümler olurlarsa -dünyadaki menfaatlerin yanı sıra- âhirette kendileriyle ilgili sevap ve özellikleri ortaya çıkartır. Bu itibarla insan o kanunlara uymağa âhirette bu kânunlarla ilgili sevap ve başka durumları tasdik etmeyi ekler. Bunun yanı sıra ilâhî hükümleri ihlasla yerine getirenler için ortaya çıkacak keşifler, ilâhî bildirimler, rûhânî konuşmalar, temizlik ve takdirde unsur âlemini ulvî âleme katmayı sağlayacak ilişkiyi onaylarsa, şunu bilmelidir: Hangi şerîat olursa olsun, ona göre amelden daha koruyucu bir silah ve kale yoktur. Bu itibarla senin kanuna uyman bir zorunluluktur. Öyleyse her hâlükârda ilahî, pak şerîata uyman gerekir.

No Comments