İslâm Posts

“Şiirde İcat Şiirle Keşfe Manidir”

 

İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer alan “Pergelin Yazmaz Sivri Ucu” üst-başlıklı, bu yazının başlığı olarak alıntıladığım başlıkla çıkan 27 Şevval 1441 (19 Haziran 2020) tarihli İsmet Özel‘in yazısının birkaç yerinden yaptığım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Başarısız şair demek şiirde neler olup bittiğinden anlamadığı halde şiirde ısrar eden demektir. (…) Saçmalık batılı eğitimi nimet bilenlerin 1945 sonrasında baş üstünde tutulan kavramıdır.İnsan oluşun en gözde kostümüne saçmalık dememiz gerekiyor. ‘Moda öyle çirkin bir şeydir ki’, demişti Oscar Wilde, ‘tahammül edemeyip altı ayda bir değiştiririz.’ Saçmalığın en yaygın hükmünü bana sorsanız bunun ‘çalıştı ve zengin oldu’ cümlesiyle ifade edileceğini söylerim. Çünkü kapitalist âlemin dünyaya kök söktürdüğü çağda hiçbir servetin zemininde çalışma ve emek yoktur. (…)

“Bir nevi itikâf” başlıklı, Gökhan Özcan’ın yazısından alıntılar (Yeni Şafak, 27 Nisan 2020)

 

Evde kalma günleri mübarek Ramazan-ı Şerif ile birleşince hemen herkesin aklında içinde ‘hüzün’ geçen, ‘burukluk’ geçen birtakım cümleler birikti. Söylemeyi ne kadar istemesek de doğru bu, bu Ramazan, öncekilerden daha mahzun, daha buruk geçiyor bizim için. Sokaklarda o tatlı Ramazan telaşı yok, camiler sessiz, herkesi bir araya getiren iftar davetleri yapılamıyor, ezan saatine kadar hepimizin sabır imtihanından geçtiğimiz o güzel sofralar kurulamıyor. Evlerimizdeyiz, hane halkıyla sınırlı bir sosyal hayatımız var. Buna da şükür elbette, Allah beterinden saklasın. Ama o çok alışık olduğumuz Ramazan atmosferini özlediğimiz de bir gerçek. Belki bunda da bir güzellik var, bir imtihan ve bu imtihandan alınacak dersler var.

(…) Her zaman yapabildiğimiz şeyleri, şimdi yapamıyoruz. Bunu düşünürken, acaba buna karşılık, önceden yapamadığımız şeyleri de şimdi yapabilir miyiz diye bir soru geldi aklıma. (…)

“Dışarıdaki bahar”, “Yalnız ölüm”, “Virüsün getirdiği değişim ve İslam”

 

Bugün çıkmış, başlıkları bu yazının başlığını teşkil eden, hepsi de Yeni Şafak’tan, üç yazıdan alıntılar oluşturuyor bu yazıyı.

İlk yazı Gökhan Özcan’ın “Dışarıdaki bahar” başlıklı yazısı (Yeni Şafak, 9 Nisan 2020). Bu yazının birkaç yerinden alıntılar:
” ‘Sanki kendi hayatımızın seyircisi olmuş gibiyiz’ dedi beyaz saçlı adam, ‘her şeyin dışarıdan akıp gitmesini seyrediyoruz çaresizce pencerelerden. Bizi içine almadan, hiç umursamadan, sanki hayatın bize hiç ihtiyacı yokmuş gibi…’ (…) Tabiatın, bizim hikayemizden farklı akan bir hikayesi var, bunu hep unutuyoruz. (…) Bizi evlerimizde tutsak kılan her neyse; adına ister virüs diyelim, ister salgın diyelim ya da başka bir şey diyelim, korkusu, kaygısı, endişesi sadece bizi tutuyor belli ki onun. Sanki son zamanlarda yanı başımızdan akıp giden hayatın, kendi güzellikleri içinde gelip geçen mevsimlerin, kendi ilahi devranını muntazaman sürdüren tabiatın biz nasıl hiç farkında olmamışsak, tabiat da bugün yaşadığımız kâbusları hiç umursamadan kendi hikayesi içinde akmaya devam ediyor bugün. (…) Sabahattin Ali, Sinop Cezaevi’nde geçen günlerini anlattığı ‘Duvar’ isimli öyküsünde mahpusluğunu şöyle ifade ediyor: ‘Benim kaldığım hapishanede her şey, her ses, hürriyeti gözlerin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış gibiydi. (…)’ Mutlaka yapmamız gereken ne kadar çok şey vardı değil mi? Mutlaka yetişmemiz gereken ne çok iş, ne çok randevu? (…) Ne çok şey vardı bizi bekleyen? Şimdi bir şey oldu, bozuldu zorunlu meşguliyetlerle kurduğumuz bütün bu planlar… Anladık ki, çoğu aslında olmazsa olmaz değilmiş, mutlaka içinde olmak gibi bir zorunluluğu yokmuş hiçbirinin. Ve fark ettik ki, vaktimizin koca koca parçalarını kurtarabilirmişiz aslında bütün bu meşguliyet döngüsünün elinden. Ve gördük ki, hayat aslında başka yerdeymiş daha çok! Gördük mü gerçekten? Gördük mü en azından bir kısmımız? ”
https://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhanozcan/disaridaki-bahar-2054792

Yusuf Kaplan’ın düşündürücü bulduğum bir yazısı üzerine

 

Yusuf Kaplan’ın yazılarıyla bende hâsıl ettiği izlenim, düşündüğünü olduğu gibi yazması; “birileri ne der, nasıl karşılar?” sorusunu aklına bile getirmeden, dolayısıyla yazılarının beğenilmesini veya olumsuz tepki ile karşılanmasını ağırlıklı bir biçimde önemsemeyerek; bildiğince, düşündüğünce yazılar ortaya koyması.

Bu günkü yazısı bu izlenimime tipik bir örnek. Daha yazının başlığından ( “-mış gibi yapan” iki Türkiye ) merakınız celb ediliyor, okumak istiyorsunuz.

İlk cümlesi şu: Bizi sahicilik kurtaracak. Samimiyet yani. Demek ki sahicilik ve samimiyet yönünden önemli bir handikap söz konusu gidişâtımızda. Bunu aşabilmemize bağlı görüyor yazar selâmete çıkışımızı.
Ben daha fazla bir şey söylemeyeyim de yazarın bahse konu olan yazısının birkaç yerinden daha alıntılar sunmak sûretiyle sözü kendisine bırakayım. (Aşağıda sunacağım alıntılarda tırnak işareti kullanmayacağım; hepsi yazarın söz konusu yazısından seçilmiş ifadelerdir. Tırnak işâretini sadece alıntılamaya başlarken ve alıntılamayı bitirirken, iki yerde kullanacağım.)

Kendini eleştirebilecek kadar özgüven sahibi olan ve diğer kesimi iyi tanıyan, ülkenin önünü açacak kesim olacak.

“Mevcudiyetimizi izah babında zikre değer iki köşe var. Varoluş köşesi, mensubiyet köşesi. Dört köşeden bahsetmiyoruz. Dört dörtlükten hele hiç.”

 

İsmet Özel’in, İstiklâl Marşı Derneği internet sitesinde “Tersinden Edebiyat Tarihi” üst başlığı altında çıkan “Mukaddeme 8” başlıklı yazısı şu cümle ile son buluyordu: “(…) Oysa beyan ile Türk haline gelmekle Türk milletine mensup olma arasındaki mesafeyi ne zaman kapatırsanız o zaman bizzat kendinizin Türk toprağına dönüştüğünü acıyla ve sevinçle görürsünüz.” Bu Cuma günkü (bu günkü) yazısı (Mukaddeme 9) ise şöyle başlıyor: “Sevinç ve acı vereceğini söylediğim değişimin, dönüşümün bir köşesinde “Türk haline gelmek” vakıası, diğer köşesinde ise “Türk milletine mensup olmak” hadisesi bulunduğuna dikkat çekmek isterim.”