“Tasavvuf Bir Yöntemdir, Bir Bilgi Değildir”
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç‘ın ANADOLU’nun RUHU (Tasavvuf Felsefe Siyaset Konuşmaları Tasavvuf Sohbetleri Dizisi 12, SUFİ KİTAP 1. Baskı Ocak 2011 Yayına Hazırlayan: Ercan Alkan) isimli Kitabın birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Evvel’e Yolculuk’un mütemmim bir cüzü olarak düşünülen Anadolu’nun Ruhu, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’la farklı zamanlarda, farklı kişiler tarafından çeşitli süreli yayınlar ve internet sayfaları için yapılmış olan söyleşilerin bir araya getirilip gözden geçirilmesi ile vücut buldu. Ana hatlarıyla ezoterizm, tasavvuf ve irfânî geleneğin yapısı, tarikatların günümüz dünyası ve Türkiyesi’ndeki serüveni, modernite-gelenek düalizmi, söyleşilerin yoğunlaştığı başlıca konular. Söyleşilerin bütününün yaslandığı ana çerçeveyi kabaca şu iki yaklaşıma hasredebiliriz: Ekberî-Sûfî yaklaşımla dinî ve maneviyatı yorumlamak, Guenonien perspektifle gelenek ve moderniteyi okumak.
Anadolu’nun Ruhu’nun başlıca konularından birisi olan Ezoterizm antik dönemden itibaren felsefenin ve filozofların temel uğraş alanıdır. Ezoterik düşünce, “İçteki ana ilkeleri bilmek sûretiyle dışta tezâhür eden oluşların sırlarını çözmek” ilkesinden hareketle her şeyi anlamlandırır. Söz konusu ilke burada bizi iki kavram çiftiyle buluşturur: Felsefe söz konusu olduğunda philosophia perennis, din söz konusu olduğunda ise religio perennis. Kılıç’ın benimsediği Guenonien perspektif, işte bu noktada bize kendisini gösterir. Şu halde buna göre philosophia (hikmet sevgisi), köken itibarıyla Antik Yunan’dan daha ötelere gitmektedir ve philosophia’nın öğretildiği merkezler ise inisiyasyona tâbi yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır; aslında bu durum, gelenekselci düşünürlere göre Rönesans’la birlikte manipüle edilmiş bir hakikattir.
Ezoterik bakış açısına göre Mahmud Erol Kılıç, tasavvufu, İslâm dininin arkeolojisi olarak tanımlar. Ekberî yaklaşımla ezoterik bakış açısının örtüştüğü nokta işte burasıdır. Ekberî yaklaşıma göre din katmanlı / mertebeli bir yapıya sahiptir: Şerîat-Tarîkat-Hakikat-Marifet. Burada kişiye, ilk düzeyde, satıhta, formel olanda takılıp kalmamak salık veriliyor. Dolayısıyla şerîat ve tarîkattan hakîkat ve mârifete, sûretten manâya, zâhirden bâtına doğru bir yolculuğa çıkmanın gerekliliği öneriliyor. Bu bağlamda yolculuk denilen şey kutsalla irtibatlı, kuşatıcı üst bir metafizik tema hâline dönüşüyor. Hiç şüphesiz bu manâda tasavvuf geleneği, düşünce tarihinde eşine az rastlanacak tematik bir zenginliğe sahiptir: Seyr-sâir, sülûk-sâlik, tarîk, tarîkat, makâm, menzil, sefer, vatan, vuslat, hicret, devir, urûc,nüzûl vb. yolculuğun anlam haritasının çizildiği temel kavramlar olarak karşımıza çıkıyorlar. Kılıç‘a göre aslında doğmuş olmak, büyüyor olmak nihâyetinde ise ölüyor olmak yâni hayat sürüyor ve hayatı sonlandırıyor olmak, tüm canlıların kaçınılmaz olarak bir yolculuğun içinde yer aldıklarının bir göstergesidir; kısacası, ona göre, herkes bir bakıma biyolojik anlamda da seyr ü sülûk etmektedir.
Geleneğimizde manevî yolculuğun / seyr ü sülûkun yapıldığı mekânlar olarak tarîkatları görüyoruz. Cumhuriyet Türkiyesi’nde yasaklı olan bu mekânlar dolayısıyla birtakım sorunlarla karşılaşılmaktadır. İlki, bireylerin maneviyat eksikliklerini gidermede alternatif olarak Uzak Doğu kökenli oluşumlara yönelmeleri, sahte-inisiyatik grupların çoğalması ve bunların serbestçe faaliyette bulunmaları; diğer taraftan İslâmî tarîkat yapılarının önce cemâate sonrasında ise iktisâdî yapılanmalara evrilmesi. Bütün bu fizikî sorunlara rağmen Mahmud Erol Kılıç’a göre tarîkatların hâlen mâneviyat yanı güçlüdür. Geleneğin ihmal edilmemesi gereken boyutu da bu maneviyat yönüdür.
Maneviyat ocakları olan tarîkat yapılarının Anadolu bilgeliğinin oluşumundaki katkıları azımsanmayacak orandadır. Mâneviyata teşne olan Anadolu insanı, bilge kimselere daima kucak açmıştır; irfânın nazlı bir gelin gibi olduğu bilincinden hareketle büyük âriflerin irfânına iltifat etmiştir. Özellikle Mevlânâ ve İbn Arabî Anadolu insanının gönlünü besleyen iki büyük âriftir. UNESCO’nun 2007 yılını Mevlânâ yılı ilân etmesinden dolayı bu çalışmada müstakil olarak Mevlânâ ve öğretisinin esaslarına ilişkin yapılmış söyleşiler çoğunluktadır. Ancak Mevlânâ’dan söz ederken bile Mahmud Erol Kılıç, Ekberî yaklaşımdan uzaklaşmaz. Kılıç’ın bu söyleşiler bütününde vermiş olduğu mesaj ise çok net: Günümüz Müslümanlarının Mevlânâ ile barışmaları gerekiyor.
Kitabı yayına hazırlarken söyleşilerde bağlamı gözetmek adına birtakım tasarruflara da gidildi. Bununla beraber metnin bütününde yine de tekrar gibi gözükebilecek yerler var ise, bu durum söz konusu metnin bağlamından kaynaklanan bir gereklilikten ötürüdür.
Hakîkat kendi kendisini gösterdiği gibi yanlışı da gösterir. Bu SUNUŞ metni Ercan ALKAN’a aittir. Bağlarbaşı, Eylül 2010.
No Comments