‘Teklif’den (2 aylık düşünce dergisi, Ketebe Kitap ve Dergi Yayıncılığı AŞ, Sayı 3, Mayıs 2022) alıntılar
“Özgürlük bazılarına göre sınırlamalar, kayıtlar altında olmamaktır. Hapiste olmamaktır örneğin… Bir ruhum varsa, belki de ruhumun beden hapishanesinde olmamasıdır.” (s.6)
“(…) Biz Nebi ile karşılaşıyoruz ve o bize bir mükellefiyetimiz olduğunu hatırlatıyor. Bu kaçınılmaz bir şekilde analitik olarak aslında özgür olduğumuzu da içeriyor. (…)” (Ahmet Ayhan Çitil, s.9)
“(…) Kelam geleneğinin kendisi bile, Mu’tezile ekolünün ilk ortaya çıkışı bile, büyük günah işleyen dinden çıkar mı meselesinin tartışılmasıyla başladığı için özgürlük, özgür irade meselesi; kim hangi yaptığından ne ölçüde sorumludur meselesi etrafında gelişmiş, yüzyıllara yayılan önemli tartışmalar yapılmıştır. Özellikle Eş’ârî kelamda yine hepimizin bildiği gibi bir konuyla ilgili insanın bilgi sahibi olması ya da arzu etmesi bir eylemin gerçekleşmesi için yeterli görülmüyor. Bir iradenin, Allah’ın irade etmesi üzerinden konu tasavvur ediliyor. (…) Modern dönemde mesela Kant’ın çok büyük etkisi var bu tartışmalarda. Diyor ki, özgürlük sorunu, yani özgür bir neden olarak ben kendimi tasavvur edebilir miyim edemez miyim, ya da özgür bir neden miyim değil miyim tartışması aklın içinden çıkabileceği bir tartışma değil, yani antinomi diyor buna, antinomik bir tartışma diyor. Ben özgürlüğümden ancak bir arzu varlığı olarak ahlâk tecrübesinin sınırları içerisinde bahsedebilirim, diyor. (…) Bir de bunlara şunu eklemek istiyorum, özellikle ‘Onlar korkmazlar’ mealindeki âyet-i kerimeyi hatırlayarak. (…)” (aynı isim, s.9-10-11)
“(…) Özgürlüğü irade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü gibi farklı anlamlar için kullanmamızı mümkün kılacak aslî anlam ne olabilir? Onun, tüm diğer söylenişlere taşınan mihrâkî anlamını nasıl belirleyebiliriz? Ancak bunu belirleyerek ‘Özgürlük ne demektir?’ sorusuna cevap verebiliriz.” (İbrâhim Halil Üçer, s.11)
“Tüm gönderimlerini dikkate alarak ancak teşkikî (şüpheye düşürme -a.a.-) anlamını da göz önünde bulundurarak. Her türlü kullanımındaki müşterek zemin açısından…” (İhsan Fazlıoğlu, s.11)
“(…) Tanrı ile Tanrı dışındaki şeyler varlık tarzları bakımından farklı olmalarına rağmen onları ortak bir şekilde ‘varlık’la nitelediğimizde; her açıdan olmasa da temel bir anlamda hepsinin ortak olduğunu söylemiş oluruz. İşte bu temel anlam varlığın mihrâkî (eksenel -a.a.-) mânâsını belirler. Varlığın buradaki mihrâkî veya aslî mânâsı filozoflar tarafından ‘bilfiillik’ olarak tespit ediliyor. Acaba özgürlük için böyle bir mihrâkî anlamdan bahsedilebilir ve özgürlüğün tüm kullanımlarını bu aslî anlam temelinde ilişkilendirebilir miyiz? Yoksa özgürlüğün farklı durumlar için kullanımları böyle bir anlam temelinde ilişki ve birlik kazanamayacak ölçüde ayrık mı? (…)” (İbrahim Halil Üçer, s.11-12)
“Yani ayrık sesteşlik değil de bağlantılı eş adlılık özgürlük için daha doğru. Farklı kullanımlarda bir ortak nokta var.” (Ömer Türker, s.12)
“Bu ortak noktayı, mihrâkî mânâyı keşfettiğimizde özgürlüğün ne olduğu sorusunu cevaplamak için asıl adımı atmış olacağız.” (İbrahim Halil Üçer, s.12)
“Klasik dilde bunu ifade eden farklı kelimeler var. Bunlar aslında bir mihrâkî anlam veriyor. Bir tanesi ‘ihtiyar’ kelimesi. ‘İhtiyar’ kelimesinin temelinde de seçme, tercihte bulunma, bir şeyi diğerine üstün tutma anlamı var. Fakat biraz daha derinleştirildiğinde karşımıza kayıtlardan âzâde olma anlamı çıkıyor.” (Ömer Türker, s.12)
“Bu anlamda Tanrı’ya da özgür diyoruz.” (İbrahim Halil Üçer, s.12)
“Konusu her neyse o konuyla ilgili fâilin tercihte bulunmasını engelleyebilecek kayıtlardan kurtulma ve kayıtsız olabilme anlamı çıkıyor özgürlükte. Bu kayıtsız olmanın olumlu ve olumsuz bağlamları da özgürlüğün bir erdem mi yoksa saf bir fiil mi, yani bir eylem mi olduğuna dair değişik mülahazalar ileri sürmemize imkân veriyor.” (Ömer Türker, s.12)
“Bu kayıtsızlık üzerinde biraz duralım isterseniz. İbn Sînâcı ontolojide şeyler sadece vâcib-mümkin diye ayrılmıyor; bir de varoluşlarını kendisine bağlı oldukları konuyla alâkalarının gevşeklik ve sıkılığına göre taksim ediyorlar. Bu minvalde Tanrı sırf varlık ve bilfiillik olarak tasavvur ediliyor. Onun varlığını içine alarak sınırlayacak hiçbir kap ve kayıt bulunmuyor. Bu nedenle varlıkla ilgili her türden yetkinlik sınırsız bir şekilde Tanrı’dan taşma gücüne sahip. Bu mânâyı gözeterek, Tanrı’ya yetkinlik üstü diyor İbn Sînâ: Kayıtsız varlığını başkasından alma ihtiyacı içinde değil; kendisine yetiyor ve aynı zamanda eksilmeksizin başkasına da yetiyor. Tanrı’nın ilk var ettiği soyut kozmik mevcutlar da varlıklarını içine alıp sınırlayan bir kap ve kayda sahip değiller; bu nedenle onlar da Tanrı’dan aldıkları varlık anlamını başkalarına aktarabilecek kadar yetkinler. Ama onların bu yetkinlikleri, yani kayıtlanmamış varlıkları kendilerinden değil, Tanrı’dan geliyor. İşte bu nedenle kayıtsızlıkları, bağımlı bir kayıtsızlık, oysa Tanrı’nınki mutlak. Soyut kozmik mevcutları, hiyerarşide somut kozmik cisimler takip ediyor. Onların varlığı kayıtsız değil, artık Tanrı’dan gelen ve özgürlüğün esasını teşkil eden mutlak varlık burada fiziksel bir kap içine giriyor. Bu kabın kabiliyeti neyse, varlık da o kabiliyete göre tezahür edecek şekilde kayıtlanıyor. Artık ondan kayıtsız bir şekilde, varlıkla ilgili her türlü yetkinlik taşıp çıkmıyor da kabın izin verdiği yetkinlikler çıkıyor. (…) Bu nedenle kozmik cisimler tek bir kayıtla yetinen anlamında yeterli olarak adlandırılıyor: kayıtlı, ama tek bir kayda sahip. (…) Maddî kap, kozmik cisimlerin kabından farklı olarak tek bir kayda sahip değil, onun sınırsız kaydı var. Varlık anlamı bu kayıtlara göre sınırlanıp biçimleniyor, yetkinlikleri daralıyor, taşıp saçılma özgürlüğü o kayda göre sınırlanıyor. Maddenin ilk unsurlardan itibaren tahakkuk etmiş her kaydı, aşağıdan yukarı doğru taşınıyor ve her seviyede eklenen yeni kayıtlar hem yeni anlamlar hem yeni sınırlar meydana getiriyor. Nihayet maddî varlık piramidi aşağıdan insana doğru geldiğinde, insanı var etmek üzere yukarıdan aşağı doğru Tanrı’dan inen kayıtsız varlık mânâsıyla karşılaşıyor. İnsanın kaderi de bir yönüyle bu karşılaşmada şekilleniyor. Yukarıdan aşağı doğru gelen ve özgürlüğün esasını teşkil eden kayıtsız varlık anlamı, aşağıdan yukarı doğru gelen ve her kademede yeni fiziksel kayıtlar elde etmiş beden kabına girerek onunla sınırlanıyor. (…) Bu anlatıdan görünen o ki, İbn Sînâ kayıtsızlık ve kayıtlık olgusundan kalkarak varoluşsal hiyerarşiyi bir özgürlük hiyerarşisi ve nihayet insan için özgürlüğe kaçış yolculuğu olarak yeniden kurguluyor.” (İbrahim Halil Üçer, s.12-13-14)
“(…) Fizik, genetik, memetik, psikolojik, kaygı, vb. İç-içe gecmiş küreler gibi. Açıktır ki, bu kayıtlar yani küreler içinde eyliyoruz. Sorumuz şu: Bu iç-içe geçmiş kayıtlar içinde özgür eylem mümkün müdür; yani tercih hakkı var mıdır? Şunu demek istiyorum: Bir eylem ontolojisi yapmadan özgürlük meselesini sağlıklı bir şekilde tartışmak mümkün değil. Başka bir deyişle, gerçeklik tasavvurumuzda eyleme bir yer açmamız gerek. (…) Kısaca, eylem gerçekliğin bir parçası mıdır yoksa gerçekliğin bir işlevi midir?” (İhsan Fazlıoğlu, s.14)
“Dönemin kozmolojik ve fiziksel resimlerine nispetle İbn Sînâ’nın betimlediği kayıtları bugünkü resimlere kıyasla güncellediğimizde, işaret etmemiz gereken kayıtlar bir şekilde ortaya çıkıyor. ‘Bu kayıtlara rağmen yine de kayıtsız bir cihetinden bahsedebilir miyiz insanın?’ diye sorduğumuzda, özgürlük imkânını konuşmuş oluyoruz. (…) Peki kayıtsızlık mânâsında özgürlüğü temelde eyleme nispetle mi düşünmeliyiz? (…) (İbrahim Halil Üçer, s.14-15)
“Eylemi, burada basit anlamıyla fiil olarak kullanmıyorum.” (İhsan Fazlıoğlu, s.15)
“Bilişsel, psikolojik ve fiziksel gibi çeşitli eylem türlerinden bahsediyoruz şu hâlde. (İbrahim Halil Üçer, s.15)
“Fizik, genetik, memetik, psikolojik vb. tüm bu yapıların oluşturduğu bütün içinde ve varlığa gelen insânî etkinliğin ortak adına ‘eylem’ diyorum. İnanma, düşünme, bilme, hattâ tezevvuk (zevk alma, tad alma -a.a.-) olabilir.” (İhsan Fazlıoğlu, s.15)
“Bunu şu mânâda sordum, özgürlük neyin sıfatı? (…) Nasıl tasavvur ediyoruz?” (İ.H.Üçer, s.15)
“Özgürlük aslında edatla kullanılan bir şey. Bir şeyden özgür olmak anlamında. (…)” (Ömer Türker, s.15)
No Comments