” Türkler Türklüklerini hakkaniyete sadakatle ölçüyorlardı.”
İsmet Özel‘in İstiklâl Marşı Derneği internet portali İsmet Özel Köşesi’nde “Yazdıklarımın Soluklanma Vakti” üst-başlığı altında çıkan “Türklerin Devri Kiraz Mevsimi Gibi Değildir” başlıklı ve 16 Rebiülevvel 1443 (22 Ekim 2021) tarihli yazısından (http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/IsmetOzel?Id=93&KatId=5) yer yer yapacağım alıntılamalardan ibâret olacak bu yazı. Başlığı teşkil eden cümle de yazının ortalarından bir alıntıdır.
“ Esaret altındayız. Tarihin bir safhasında biz Türklerin zihni esaret altına alındı. (…) Batı Medeniyeti Türkleri esir etmenin tek yolunun merkezi yönetimde söz sahibi olmağa dayandığını fark ettiği için Hıristiyan âlemi önce padişahı ele geçirdi ve böylece yeniçeriliği yok etmek sarayın payına düştü. (…) İngiliz ve Fransız savaş gemileri 1915’te Çanakkale Boğazını geçmeği başaramayınca yanıldıklarını anlar gibi oldular. Gerçekten bir şey anladılar mı? Yüz seneyi aşkın bir zamanda olup bitenler göz önüne alındığında bu çok zayıf bir ihtimal.
Müstemlekecilere göre dünya Türk boğazlarından ibaret değildi. Türklerin başına Batılılara hatalarını yüzlerine vuran bir Türkün de geçmesine fırsat verilmedi. Nasıl Medine müdafii Fahrettin Paşa İstiklâl Harbi’ne dâhil edilmeyip Kabil’e sefir tayin edildiyse öyle. Dünya neden ibaretti peki Türk boğazlarından değilse? Marmara ve boğazlarını beynelmilel denetime terk eden bir Lozan Anlaşması imzalandı. (…)
Canı kurtarılacak bir Batı Medeniyeti hükmünü yürütüyor mu? İlk sualimiz böyledir. İkinci sualimiz medeniyetin mali bir hegemonya olarak üstümüzde olup olmadığıdır. (…)
Bizans hâkimiyetine tebaanın yükünü hafifleterek son veren Türklerdi. Yani terazinin bir kefesinde adalet vardı. Diğer kefede Osmanlı hanedanının dolambaçlı soygunculuktan ele geçirdikleri yer alıyordu.
Bu düzen öyle maharetle şekillendirilmişti ki Türk topraklarında merkezi otoriteyi tesir altına almadan yabancıların güç göstermesi imkânsız hale getirilmişti. (…)
Gayrimüslimlerin ellerini kollarını sallaya sallaya yaşıyor ve bu tavırlarından gelir elde ediyor olmalarına engel olan bir Türk düzeni vardı. Hakkaniyete riayet etmek Türk düzenine intibak etmeğe yetiyordu. (alıntı olarak başlığı oluşturan cümle burada) (…)
Gaza esasının Avrupa’yı İslâm’la tanıştırmağa Endülüs’ten daha musır bir vesile olduğunu da akıldan çıkarmayalım.
Diyar-ı Rûm’un İslâm diyarı haline gelişi bir savaş hikâyesi değildir. Altı yüz yıl süren Osmanlı yönetimi Tımar sistemi sebebiyle toprakta özel mülkiyeti imkânsız kıldı. Henüz oluşmağa başlayan Bizans feodalitesini yıkmakla kalmadı, köyden köye giden araba yollarını battal etti. (…) Türklerin Kur’an ve Sünnete yakınlığı asayişin polis ve candarma üzerinden teminini imkânsızlaştırdı. (…)
“Sosyal Medya” diye bir şey bilmiyor idiysek de köy odalarında misafirlerin iğneden ipliğe soru yağmuruna uğratılmaları sebebiyle Avrupa’nın en uyanık, diyelim ki, köylerinden çıkmaksızın dünyanın seyrinden haberdar köylülerine biz Türkler sahiptik.
Meselenin bir mali hâkimiyet meselesi oluşu bizi bizim bir millet olarak kapitalizmin neresinde yer aldığımızı bilmeğe zorluyor. (…)
Dokuma tezgâhlarına son verilmesi başlayan bir sanayi hareketinin uzantısı değildi. Yıkılan bir Türk düzeni söz konusuydu. (…)
Övünülecek tarafımız güçlüyken müstemlekeci olmayışımız değildir. Biz hiçbir dünya gücüne müstemleke olmayışımızla övünürüz.
O halde yapılacak şeyin önce Dünya Sistemi planlarına intibak etmekle bir ilgisi olmadığını bilmek gerekiyor. (…)
Şimdilik işimize geride bıraktığımız Türk düzeninin bir kiraz mevsimi olmadığını anlamakla başlayalım. “
No Comments