‘Varlık’ meselesi üzerine Abdülkerîm Cîlî’nin ‘İnsân-ı Kâmil’ Kitabından alıntılar

 

Abdülkerîm el-Cîlî‘nin müellifi olduğu, tercümesi Abdülaziz Mecdi Tolun‘a ait, İZ Yayıncılık’tan 266. kitap olarak çıkan, 4. baskısı, İstanbul, 2015 olan İNSÂN-I KÂMİL isimli eserin (Yayına Hazırlayanlar: merhûm Yrd.Doç. Dr. Selçuk Eraydın, günümüzde Prof.Dr. Ekrem Demirli, Abdullah Kartal ) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı. Önce Tercümenin Yayınlanması Hakkında Bir Kaç Söz başlıklı Ekrem Demirli‘nin yazdığı bölümün birkaç yerinden alıntılar:

İnsân-ı Kâmil yazarı, aynı zamanda bir şairdir ve Arapça divanları bulunmaktadır. Eserinde de sıklıkla düşüncelerini ifade ederken şiir sanatından yararlanmıştır. Kendisi de divanı bulunan bir şair olan Mütercim, Arapça şiir tercümeleri için model olabilecek bir maharetle bu şiirleri Türkçeyle aktarmıştır. Yayında, Kasidenin Tercümesi‘, Beytin Tercümesi, Manzumenin Tercümesi gibi başlıklar altında yer alan şiirlerin tercümelerini italik karakter ile ayırt ettik. (…) Son olarak böyle bir eserin hazırlanmasına girişen fakat ömrü vefa etmeyen rahmetli hocamız Selçuk Eraydın Beyi rahmetle anıyoruz. Teşvik ve yönlendirmeleriyle bu çalışmanın gerçekleşmesinde büyük katkıları olan muhterem hocamız Prof. Dr. Mustafa Tahralı Bey’e teşekkürü bir borç biliriz. Ayrıca kitabın yayınlanmasında büyük hassâsiyet gösteren, başta muhterem hocamız Doç. Dr. İlhan Kutluer beye (günümüzde Prof. Dr.) ve İz Yayıncılık’ın yönetici ve mensuplarına da teşekkür ederiz. Osmanlı Devleti’nin 700. yılını idrâk edeceğimiz senenin başlangıcında, Osmanlı’nın son devir âlimlerinden birisi tarafından, İslâm kültürünün en önemli kitaplarından birisi üzerine yapılmış bir tercümeyi yayına hazırlamanın mutluluğunu taşırken mütercim merhûmu da rahmet ve minnetle anarız.” (Tercümenin Yayınlanması Hakkında Birkaç Söz başlıklı yazının son bölümü) Ekrem Demirli 10/11/1998

“Eşyâyı (şeyleri) ihâtası, eşyânın ‘ayn’ı (hakikati) olmasıyladır. Sıfatlarını künhü (aslı/hakikati) ile kuşatmadan Zât’ı âcizdir. Bunun doğrusu, müellifin ruhuna sorularak öğrenilmiş olup, şöyledir: ” Zât künhünü (aslını) kuşatmadan, Zât’ı, sıfatlarını hacz ve men’ etmiştir.” demektir.

Evveliyettinin (önceliğinin) evveli, âhiriyyetinin (sonralığının) âhiri yoktur. Ezelî Kayyûmdur, ebedî Bâkîdir. O’nun kuvvet, kudret ve irâdesi ilişmedikçe varlıkta bir zerrenin hareketine imkân yoktur. Varlığın evvelsiz başlangıcı ve sonsuz sonuna nazaran, olmuş ve olacak ne varsa, kâffesi kendisinin ma’lûmudur. Ve şehâdet (şâhitlik) ederim ki, bu ibârelerden müteâlî (aşkın) ve Zât’ı tasrih (belirtme) ve işaretle bilinmekten mukaddes olan Allah’dan başka ilâh yoktur. O’na delâlet eden her işâret O’nun hakikatinden uzak düşmüş ve ona hidâyet eden her ibare ona vüsûlden yolunu şaşırmıştır. O, zâtî iktizâ hasebiyle nefsini bilir ve zât’iyle kemâli kuşatıcı ve yeteri kadardır.

Yine şehâdet ederim ki, benî Âdem ferdlerinden bir ferd olmak üzere ismi çağrılan Hz.Muhammed (s.a.v.) O Allah’ın abdi (kulu) ve muazzam Resûlü ve mükerrem Nebisi ve Hakk’ın müzeyyen (süslü) örtüsü, zihinlerin süsü, tırâz-ı efhamı (üstün zihinleri) , sâbık-ı akdemi (önemli önceki), sırât-ı akvemidir (en doğru yoludur). O Hz. Muhammed, Zât aynasının tecellîgâhı, isimler ve sıfatlarının müsemmâsı (adlanmışı), ceberût nurlarının mehbiti (ineceği yeri), melekût sırlarının menzili, hakâyık-ı lâhûtun mecmaı (ulûhiyet âleminin toplanılacak yeri), rekâik-ı nâsûtun (insanlık âleminin ince,nâzik kaynağı olup, Cibrîl’in ruhu ile nefh eden, Mikâil’in sırrıyla bol lutf eden, Azrâil’in kahriyle yürüyen, İsrâfil’in cemiyetiyle feyz neşr eden odur.

Yine o Hz. Muhammed, zâttaki rahmâniyetin arşı, esmâ ve sıfâtın (isimler ve sıfatların) kürsîsi, sidrelerin (en yüksek makamların) müntehâsı (sonu), ilâhî aşîretler tahtının saçağı, yâni peygamberler ve velîler topluluklarına özgü nübüvvet kürsisinin sonu; tabîiyyâtın heyûlâsı, ulûhiyyât atlasının feleği, rubûbiyyât yüceliği burcunun mıntıkası, mefhârînin teâlî ve terakkıyâtının semâvâtı, ilim ve dirâyetin münîr güneşi, kemâller ve sonsuz füyûzâtın tam bedri, ıstıfâ (bir şeyin hâlisini, temizini seçip alma) ve hidâyetin yüce yıldızı, irâde harâretinin ateşi, gayb ve şehâdetin âb-ı hayâtı, rahmet ve rubûbiyet nefesinin rîh-i sabâsı (sabâ rüzgârı), zillet ve ubûdiyyet arzının hâk-i feyz-nâki, seb’-ı mesânînin yani birinci derecedeki füyûzât fâtihasının ve ikinci derecedeki anahtarların sahibi, kemâlin tam mazharı, cemâlin ve celâlin mukteza-yı etemmidir (kusursuz icâbıdır).”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked