Vahiy, ulûhiyet, âlem, gayb, kulluk,nübüvvet, zuhûr, varlık hakkında bilgi içeren bir yazıdan alıntılar
Ömer Türker‘in 2 aylık düşünce dergisi olan Teklifte (Sayı 4 / Temmuz 2022) çıkan “Gaybın Anahtarı Kimdir veya Nedir? Mefâtîhu’l-Gayb ve Miftâhu’l-Gayb Üzerine” başlıklı yazısının başlıkta belirttiğim terimler ve kavramları içeren bazı cümlelerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“(…) Kelamcılar, esas itibariyle peygamberin getirdiği haber üzerinde dururlar ve haberin kendisini bilgi kaynaklarından biri olarak değerlendirirler. Buna göre Hz. Peygamber (sav) ve diğer tüm peygamberler, Allah’ın insandan talebini tebliğle sorumlu olduğu kişi ve topluluklara anlatmakla sorumludur. Bir peygamber böylesi bir vazife için gerekli niteliklerle donatılır. Bu sıfatların başında verdiği haberi yalan ithamından büsbütün uzak tutacak doğru sözlülük (sıdk) gelir. Bu sebeple kelamcılar, bir peygamberin peygamberlikten önce ve peygamberken günah işleyip işlemeyeceğini tartışmışlar ve farklı kanaatlere varmışlar ama hiçbir zaman yalan söylemeyeceklerinde icma etmişlerdir. Zira peygamberin verdiği haberler, muhataplar için gaybın anahtarlarıdır ve tebliğin ulaştığı insanların gayba dair idraki haberle pekişir, genişler ve kesinlik kazanır. Melekût âlemi ve âhiret hakkında vahiy, insanın duyularla ve istidlâlle ulaşmasının mümkün olmadığı bilgiler verir. Allah’ın zâtı ve sıfatları hakkında ise hem bilgilendirici hem de akla yol göstericidir. Yol gösterici olması, insanın duyular açısında gayb olan ilâhî zât ve sıfatlara dair bilgilerinin vahiyden başka bir kaynağının daha bulunmasıdır: Âlem. Bir bütün olarak âlem, Allah’ın fiilleri olduğundan fiilden hareketle fâil olan Allah hakkında nazarî (teorik) bilgiye ulaşılabilir. (…)
Fakat insan, âlem üzerine tefekkürde saptırıcı ve yanıltıcı durumlara maruz kalabilir. Vahiy, ‘Allah’ın muhtâr fâil olması’ gibi istidlâlin küllî (tümel) esaslarını vererek Allah’ın zâtı, sıfatları ve âlemle ilişkisi hususunda akla yol gösterir. (…) Âleme dair araştırmalar vahyin tümel ilkeleri doğrultusunda gelişim ve değişime açık bir bilgi alanıdır. Bu bağlamda vahiy, gaybın Hz.Peygamber tarafından tebliğ edilmiş sabit anahtarlarına, ilâhî fiiller olarak âlem ise gaybın insan aklına bahşedilmiş sayısız anahtarlarına tekabül eder. Evet, ‘Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır, O’ndan başka onları kimse bilmez.'(Enâm, 6/59) ‘Ancak seçtiği resûller müstesnâdır.’ (Cin, 72/27) Seçilen en yüce insan olarak Hz. Muhammed(sav) ise insan yaratılışının gayesi olan kulluk idealinin, kendisine bildirilen ilâhî irade doğrultusunda, tecessüm ettiği hayat ağacına tekabül eder. (…) Kelam geleneğinin en büyük isimlerinden biri olarak Fahreddin er-Râzî’nin (ö.606/1210) büyük tefsirine gaybın anahtarları anlamında Mefâtîhu’l-gayb adını vermesi, gayb kelimesinin kelam geleneğinde bu bağlamda kazandığı anlamı gösterir.
Sûfiler ise kelâmcılardan farklı olarak münhasıran Hz.Peygamber’in (sav) kendisi üzerine yoğunlaşırlar. İbnü’l-Arabî’nin (ö.638/1240) Füsûsu’l-Hikem‘inde yüksek anlatısını bulduğu haliyle onlara göre peygamberlik, velâyet ve nübüvvet olmak üzere biri diğerinin uzantısı olan iki temel yöne sahiptir. Velâyet, bir peygamberin Hakk’a dostluğu ve yakınlığını, dolayısıyla aslî yönünü; nübüvvet ise ilâhî iradeyi tebliğ vazifesini, dolayısıyla aslî yönün bir uzantısı ve işlevini ifade eder. (…) Peygamberler genel olarak tümel / küllî isimlerin tecelligâhıdır ama Hz.Peygamber (sav) celal ismi olan Allah isminin tecelligâhı olup yaratılmış bütün mevcutlarda ayrıntılı olarak tecellî eden bütün isimlerin icmali olarak zuhur ettiği en yüksek mazhardır. İbnü’l-Arabî ve takipçileri bu görüşü bir bütün olarak varlık tasavvurunun merkezine yerleştirmiş ve genel varlık öğretisiyle desteklemiştir. Buna göre Hakk’ın zâtı herhangi bir şekilde hayal ve akıl ile idrak edilebilir bir şekilde zuhûr etmediği takdirde mutlak gaybdır. Zuhûrun ilk mertebesi, farklı açılardan değişik isimler verilse de, insanlık hakikatidir. Yani yaratılış, Hakk’ın insanlık hakikati olarak zuhûruyla başlar. Zuhûrun son mertebesi ise yine insandır. (…) İşte ilk zuhûrda mücmel / öz olarak bulunan isimler, son zuhûrda en mükemmel hâliyle Hz. Muhammed’de (sav) tafsil olur. Yani Hz. Peygamber (sav) ilâhî isimlerin en mükemmel zuhûru olması bakımından var oluşun son ucunu, diğer deyişle gâyesini oluşturur. (…) Bu bağlamda hakikat bilgisine veya marifetullâha açılan kapı, bizzat Hz. Peygamber’in (sav) kendisidir. O sadece vahyi bildiren değil, aynı zamanda ve asıl olarak temsil ettiği hakikatten vahyin haber verdiği kâmil insandır. (…) Dolayısıyla Hz.Peygamber, mü’mini Varlık’ın gaybına açan anahtardır. Vahdet-i vücûd’un ikinci büyük muhakkiki sayılan Sadreddin Konevî’nin (ö.673/1274) vahdet-i vücûd’un, dolayısıyla müteahhirûn dönemi tasavvufu’nun Füsûsu’l-Hikem’den sonraki en önemli klasik olan kitabına ‘gaybın anahtarı’ anlamında Miftâhu’l-gayb adını vermesi tam da bu bağlamda anlam kazanır.”
No Comments