“Vücûd yani Varlık O’nundur, O’ndandır ve belki de O’dur.”
MAHMUD EROL KILIÇ’ın 1995 yılında neticelenen bir Doktora tezinin on dört yıl sonra kitaplaştırılmış hali olan “İbn Arabî Düşüncesine Giriş ŞEYH-İ EKBER SUFİ KİTAP 1. Baskı Kasım 2009, “Tasavvuf Bilim Dalı”nın kuruluşunu müteakip bu dalda yapılan ilk doktora olma şerefini taşımasıdır. Kıymetli hocam muhterem Prof. Dr. Mustafa TAHRALI beyefendiye nihayetsiz minnettarlığımı ifade etmeyi bir borç telakki ederim. Çalışmam esnasında her zaman kendisinden büyük şefkat ve yakınlık gördüğüm fakat çok merak ettiği tezimin iki kapak arasına girmiş halini göremeden, âlem-i misâlde istirahat ettiği bir esnada ebedî istirâhatgâh olan hakîkî aşk âlemine urûc eden, mazhar-ı serâpâ-rahmet, Yrd. Doç. Dr. Selçuk ERAYDIN beyefendiye Cenâb-ı Allah’tan sonsuz rahmet niyâz ederim. Fakültemiz Tasavvuf Bilim Dalındaki bu çalışmama yardımcı olan pek kıymetli hocalarım Prof. Dr. Hasan Kamil YILMAZ beyefendi ve Prof. Dr. İrfan GÜNDÜZ beyefendiye de en samimî şükranlarımı arzederim. Yine İslâm felsefesi sahasındaki kıymetli fikirlerinden faydalandığım muhterem hocam Prof. Dr. Bekir KARLIĞA beyefediye Şükran borcumu edâ etmek isterim. Ayrıca mahdut bir iki Almanca kaynağa da başvurmamda bana yardımcı olan pek kıymetli arkadaşım Ali PULCU beyefendiye de en samimî teşekkürlerimi kabul etmesini kendisinden dilerim. Mahmud Erol KILIÇ Kasım 1995 İstanbul
” Vücûd yani Varlık O’nundur, O’ndandır ve belki de O’dur. Âlem ve biz, O var olduğu için varız, bizim varlığımız O’nun varlığıdır. Biz yoktuk O vardı, sonra o varlığından bir nebze bize de verdi ve biz de O’nunla var olduk. (…)” (GİRİŞ’ten)
Halbuki bizzat Allah ‘Din’de size hiçbir zorluk yüklemedi.’ (Hac, 22/78) – buyurmuştur.
“Henüz bu yollarda idim ki, İşbiliyye’ye gelen ilk şeyhim, kendisine bağlandığım ilk mürşidim el-Uryebî’nin huzuruna çıktım. Kendisi tam bir zikir ehli idi. Benim hangi manevî halde ve hangi ihtiyaç içerisinde olduğumu bilirdi. Bana ‘Allah Yolu’na (tarikullah) girmeğ gerçekten azimli misin?’ diye sordu. Ben ‘Abd azimli olabilir, lâkin sebât Allah’tandır’ dedim. Bunun üzerine bana ‘Kapını kapatır, bütün sebep bağlarından sıyrılır, yalnız O Vehhâb olanla olursan işte o zaman Allah seninle hicâbsız konuşur ‘ dedi. Ben de onun bu tavsiyelerini bana feth vâkî oluncaya kadar uyguladım. (dipnot: İbnArabî, Rûhu’l-kuds, 76.) Ayrıca “İlk mürşidimin devam ettiği ve bana verdiği zikir Allah esmâsıydı” diyerek bu zâttan telkîn-i esmâ aldığını da ifade etmektedir. (el-Fütûhât, III/298-300). O bu şeyhi ile bir diğer şeyhi olan Ebû İmrân el-Mirtûlî (II/13) arasında tasavvuf ilminde önemli bir neş’e ve tarz farkı olan bir konuyu da şöyle anlatmaktadır: “İnsanlığın mevcut hali beni çok üzüyordu. Bir gün bu düşüncelerle hayli dertli bir halde Uryebî’nin huzûruna girmiştim. O, halkın Hakk’a olan muhalefetlerinden dolayı üzüntülü olduğumu anlayınca ‘Evlâdım sen halka değil Hakk’a bak!’ dedi. Onun huzurundan ayrıldıktan sonra daha aynı sıkıntılı hâl üzerimdeyken bu sefer Şeyh Mirtûlî’nin meclisine geldim. Beni görünce o ise ‘Evlâdım sen kendine bak!’ dedi. Bunun üzerine ben dayanamadım ve ‘Ey üstâdım! Biriniz Hakk’a bak diyor, diğeriniz kendine bak diyor, ben ikiniz arasında şaşırıp kaldım; ikiniz de bu yolun kâmil rehberlerisiniz, peki hanginizin sözü doğrudur?’ diye sordum. O, ‘Her ikimiz de hâlimize göre sana yol gösterdik. Ama esas olan Şeyh Uryebî’nin dediği doğrudur. Umarım ki bir gün onun dediği o mertebeye erersin. Aslında sana da bana da yaraşan onun dediğine kulak vermektir’ dedi. Ben onun bu dürüstlüğüne hayran bir hâlde tekrar Uryebî’ye gittim ve Mirtûlî’nin dediklerini aynen ona naklettim. Bunun üzerine o da ‘Ne güzel demiş. Ben yoldaşa (refik) işaret etmiştim, o ise yola (tarîk) işaret etmiş. ‘Şimdi sen hem onun dediğini ve hem benim dediğimi beraberce alırsan hem yolu hem de yoldaşı birleştirmiş olursun’ dedi.” (el-Fütûhat, I/249)
Yine bu yıllarda İbn Arabî’nin Hızır (as) ile ilk mülâkî oluşu da gerçekleşecek ve ondan hırka giyecektir (I/186). O ancak bu olaydan sonra tahkîk yoluna, tasavvuf yoluna ilk intisâbım gerçekleşti diyecektir. (dipnot: O sırada kendisi 20 yaşlarında bulunmaktaydı (el–Fütûhât, II/471). (…)”
No Comments