Basından seçtiğim yazılardan alıntılar (2 Kasım 2017)
“Yaşamak bir şeyleri geride bırakmak demek bir anlamda… Yani bir şeyleri yanında götürememek, onları ardında bırakmak demek… Bunun tabii sonucu eksilmektir. (…) Geçmiş dediğimiz şey, bizi insan eden, inşa eden, hayatımıza şeklini, rengini, kokusunu, hafızasını veren şey… (…)
Bu bizi azaltan, eksilten, yoksullaştıran bir kurguya teslim oluşumuzdur. İçimizde tortulaşmakta olan yoksulluk hissinin müsebbibidir. Yeni hayat artık insanlığımızda hiçbir şeyi biriktirmiyor, yeni hayatın kurgusu, mantığı, kimyası buna müsait değil; çünkü geçmişi gözden çıkarırken, geleceği birikmeye gelmeyen, sürekli yenilenmek, değişmek zorunda olan ve dolayısıyla sürekli fiyatlandırılabilecek meşguliyetlerden kurdular, inşa ettiler. (…) Bu dünyaya sığmayan hayallerimizi, bizim küçük, sıradan hayatlarımıza bile bol gelen hedeflerle değiştirdik. Olabileceğimizden çok daha küçük bir insan olmaya kendimizi memur ettik. (…) Herkes bir köşede oturmuş, muhtemel bir kalp krizinin göğsünün kapılarına dayanmasını bekliyor. Oysa kalplerin krizi başka, onlar insanların içinde hakiki bir kalp gibi atmayı, hayatın içine hakikatin ritmini katmayı özlüyor. (…) Sevmeye uzak duranların çok derinlerinde muhtemel ki hiç sevilmemişliğin öfkesini, hiç sevilmeyecek olmanın korkusuna bağlayan, düğümleyen bir şeyler var. (…) Dalgalarını kendi göğsünde yumuşatan, kıyılara gözü gibi bakan denizler de var.
“Sanma ki bir cana zarar veren şeyden” dedi meczup, “başka bir can kâr eder!” ” (Gökhan Özcan, “İnsanlık ağrısı”, YeniŞafak)
http://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhanozcan/insanlik-agrisi-2040898
“(…) Hastalık hallerinde “fiziksel beden, başkalarının, doktor ve hemşirelerin iradesine mahkûmdur; onların rehinesi durumundadır ve sanki bir canı yokmuşçasına bir şeye, bir nesneye dönüştürülmüştür. Görmezden gelinen bu durum nedeniyle var olan genel duyarsızlık ve yalnızlık çölleri hastanelerde durmadan kanayan ahlaki yaralardır” (Eugenio Borgna). Baş ağrısı, karın ağrısı gibi bedenimizin belli bir noktasında zonklayıp duran acı neyse de bütün varlığımızı esareti altına alan adeta bize zulmedip yıpratan zayıf düşüren ruhsal ıstırap halleri dayanılır gibi değil. Fiziksel acı bir ölçüde mazur görülebilir ancak ruhsal ıstırap, haksızlık, talihsizlik, hak edilmemiş bir ceza gibi yaşanır. Tamam, yalnızlık mevzu olduğunda, acı ve ıstıraptan bahsedelim ama ruhsal ıstırabın bedensel acıdan çok daha yoğun biçimde bizi mahva sürüklediğini aklımızdan çıkarmayalım. (…)” (Erol Göka, “Yalnızlığa yatkın psikolojiler”, YeniŞafak)
http://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/yalnizliga-yatkin-psikolojiler-2040893
“(…) Cezayı veren hâkim, “Bıçak sırtı bir durumdu, yandaki mahkeme beraat verebilirdi, ben ceza verdim” demiş.
Mustafa Armağan’ın yorumu: “Şaka gibi.”
(…) Şükür ki hapis cezası yok ama bu ceza da Türkiye için yeterince utanç verici.
Basında Mustafa Armağan’a destek yazılarının azlığı da utanç verici.
Ben de 2000 senesinde “Atatürk’e hakaret”ten 15 ay ceza almıştım.
O zamanlar denetimli serbestlik filan yoktu, kararın Yargıtay’da tasdik edilmesi üzerine Mayıs 2004’te hapse girdim, altı ay yattım.
Hiç unutmam, ‘karşı mahalle’den Hasan Cemal “Ayıp” diye bir yazı yazmıştı Sabah gazetesinde; benim ifade özgürlüğümü savunmuş ve 5816’nın kaldırılmasını istemişti.
(…) Dünya görüşümü paylaşmayan daha birçok gazeteci-yazardan destek görmüştüm.
‘Bizim mahalle’nin zaten tamamına yakını arkamdaydı.
Bugün Mustafa Armağan’a ise, bırakın ‘karşı mahalle’yi, ‘bizim mahalle’nin gazeteci-yazarları bile layıkıyla sahip çıkmıyor.
(…)
‘Karşı mahalle’ mutluluktan uçuyor; kendi yazarları söz konusu olduğunda militanlığını yaptığı fikir ve ifade özgürlüğünün içine tükürüp, Armağan’ın mahkûmiyetini kutluyor. (…)” (Hakan Albayrak, “Mustafa Armağan’ın mahkûmiyetine dair”, Karar)
http://www.karar.com/yazarlar/hakan-albayrak/mustafa-armaganin-mahkumiyetine-dair-5349
No Comments