Bu günün (11 Şubat 2018 Pazar) gazete yazılarının üçünden alıntıladığım birer bölüm
“ Cüneyd-i Bağdadî’nin tasavvuf tanımlarından birisi şöyledir: “Tasavvuf vakitleri korumak, kulun haddi olmayan şeye muttali olmaması, Rabb’inden başkasına muvafakat etmemesi, vaktinden (vaktinin getirdiğinden) başka bir şeye yaklaşmamasıdır.”
Çizilen bu had üzerinde, mutmain olarak bulunabilmenin terbiyesini edinmek anlamında sâlik olma ve buna mahsus bir sülûka tabi olma seçimi Müslüman’a aittir; “mürid, muradın kendisidir” ve tasavvufi mânâda bir muradı irade edip etmemek (bir muradın müridi olup olmamak) ona kalmıştır. (…)“ (Ömer Lekesiz)
https://www.yenisafak.com/yazarlar/omerlekesiz/slikin-sulkundan-sanatkrin-sanatina-yol-vardir-2044376
“Geçen haftaki yazımda Şîrâz ve orada yetişen büyük İslam mütefekkiri Hâfız’dan bahsetmiştim. Hâfız’dan bahsedip de Sa’dî’den bahsetmemek olmazdı. Bu iki İslam mütefekkiri sadece o yetiştikleri bölgenin değil bizim coğrafyamızın İslam anlayışında da müessir olmuş iki büyük âlimdir. Mesela Orta Doğu Arap coğrafyasının İslam anlayışının şekillenmesinde bu iki zatın yeri hemen hemen hiç yoktur. Buraların İslam’ı farklı dinamiklerle şekillenmiştir. Ama Van’dan Saraybosna’ya kadar olan hat üzerindeki İslam coğrafyasında bu iki düşünürün mümtaz yerleri vardır. Eserleri okunmuş üzerlerine şerhler yazılmıştır.
İki İslam âlim tabirini kasden kullanıyorum. Hâfız zaten Kur’an hafızı olmayı kendisine mahlas seçmiş, medresede okumuş. Sa’dî-yi Şîrâzî de öyle. 1210 yılında Şîraz’da dünya gelmiş. Bağdat’ta meşhur Nizamiye Medresesi’nde ders görmüş. 30 yıl İslam dünyasının belli başlı ilim merkezlerinde dolaşıp, 14 kere Hac ettikten sonra memleketine dönmüş ve eserlerini yazmaya başlamış. İlahiyat anlayışını ciltler dolusu anlatacak ilmi kitaplar yazmak yerine bir sembol ile pek çok manayı verme metodu olan Sufi metodu benimsemiş ve buna bağlı olarak şiirler ve sembolik hikayeler yazmış. Divanı var. En çok tutulan eseri Bostan ve Gülistan. Bizim geleneksel eğitim müfredatımızda son yıllara kadar bu iki kitap çokça okutulmuştur. 70’li yılların sonuna doğru Fatih Camii’nde rahmetli Sadreddin Yüksel hocanın okuttuğu kitaplardan birisi de buydu. Müdavim olmayan bir talebe olarak zaman zaman o derslere gider dinlerdim. Keşki orta müfredatımızda gençlerimize bu iki kitap üzerine yorum dersleri yapılsa… (…)” (Mahmud Erol Kılıç)
https://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/on-dervis-bir-kilimde-uyur-da-2044373
“(…) İstiklâl Harbi sürecinde “millî,” Osmanlı, Müslüman, Türk ve Cebel-i Bereket Meb’usu İhsan (Eryavuz/Topçu) Bey’in “millî kıyafet” ifadesinde dile getirildiği gibi “yerel” anlamlarında kullanılmıştır. Kavramın tarihî gelişimi göz önüne alındığında bu şaşırtıcı değildir. Günümüzde de “millî”nin farklı anlamlarda istimâl olunması sürmektedir. Örneğin “Millî Görüş” ve “Millî Gazete” ifadelerinde “din”e vurgu yapan “millî,” Türk milliyetçiliği söyleminde “Türklük”e aidiyeti dile getirebilmektedir.
Buna karşılık İstiklâl Harbi’nin “millî”liği ağırlıklı olarak “Müslümanlar”a atıfta bulunan ve dar ölçekli bir “İttihad-ı İslâm” tasavvurunu yansıtan bir kavramsallaştırmayı dile getirmiştir. Hareketin liderlerinin bu söylemi taktik gereklilik çerçevesinde, istemeden kullanmış olması hedef kitlenin onu farklı anlamasına neden olmamıştır.
Kuva-yı Milliye de bu anlamda “millî” bir örgütlenmedir, onu oluştuğu bağlam yerine günümüzden geriye bakarak tanımlamanın hatalı değerlendirmeler ve güncel sahiplenmelere neden olduğu açıktır…” (M. Şükrü Hanioğlu)
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/02/11/kuva-yi-milliye-ne-anlamda-mill-idi
No Comments