M. Şükrü Hanioğlu’na göre, bu, son tahlilde “sıradaki kriz”dir

 

M. Şükrü Hanioğlu‘nun bugünkü (Pazar) yazısını, ABD ile yaşanmakta olan krize dair yaklaşımı bakımından merak ediyordum. Çok da beklemediğim bir tavır değil ama bizdeki heyecan, kızgınlık, sıkıntı ve destekler karşısındaki tesellî ortamına göre pek serinkanlı buldum tavrını ve yaklaşımını.

Bazı alıntılarla büyük ölçüde yazıyı yansıtmış olayım.
“(…) Magnitsky Yasası’nın bir NATO müttefikine tatbiki ve “ucu açık yaptırım tehditleri”nin krizi daha da karmaşık hale getirdiği şüphesizdir. Bu özelliklerine karşılık “Brunson Krizi”nin “Çuval Krizi,” “Tutuklama Kriz(ler)i,” “Vize Krizi,” “Münbiç Krizi,” “F-35 Krizi” benzeri çekişmelerin yeni halkası ve son tahlilde, ilişkinin doğurduğu “sıradaki kriz” olduğunun altı çizilmelidir. Türkiye-ABD işbirliği bu krizler nedeniyle bozulmamakta, aksine, mevcut ilişki sürekli biçimde buhran üretmektedir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde “Brunson Krizi”nin de iki ülke arasında yaşanacak “son kriz” olmadığını vurgulamak gereklidir. Sonu gelmeyen krizler, ABD ile Türkiye’nin uzlaştırılması son derece zor Ortadoğu tasavvurları geliştirmelerinden kaynaklanmaktadır. (Bold karakterde olmasını ben istedim) (…) Yaratılan yapay sınır ve devletler, dışlanan “azınlık”lar, petrol nedeniyle yükselen stratejik önem, Arap-İsrail savaşları ve “kutsal topraklar”ın geleceğine ilişkin artan Evanjelist ilgi, on dokuzuncu asırda Balkanlar benzeri alanlarla kıyaslandığında görece huzura sahip Ortadoğu’yu dünyanın en sorunlu bölgesi haline getirmiştir.
Soğuk Savaş sonrasında yeni “status quo” belirlenecek alanlar arasında Ortadoğu’nun başı çekmesi şaşırtıcı değildir. (…) Britanya’nın 1918 sonrasında kullandığı “açık çek” kendi “üstünlüğü”nden ziyade yardımcısı durumundaki Fransa dışında onu denetleyebilecek ve engelleyebilecek küresel ve yerel bir gücün bulunmamasından kaynaklanmıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, İstiklâl Harbimiz dayatılan “düzen”e yöneltilmiş ilk bölgesel “kafa tutuş” olma niteliğini haizdir. (bold yapma bana ait)
Günümüzde ise küresel, bölgesel ve yerel tüm aktörlerin katıldığı yeni Ortadoğu oluşturma mücadelesi uzun, sancılı ve kanlı bir süreci başlatmıştır. Bu süreçte ABD’nin gözünde Türkiye “Irak’ı beraberce işgal edecek,” “Suriye’de Beşşar el-Esed rejimini ortaklaşa devirecek” “müttefik/ stratejik ortak”tan “Washington projelerinin hayata geçirilmesini engelleyen, oyun bozucu bir bölgesel güç”e evrilmiştir. (Ben bold karakterde yaptım bu cümleyi) (…) Bundan öncekiler gibi Pastor Brunson Krizi de ABD-Türkiye arasında doğrudan pazarlıklar ya da çok taraflı girişimler neticesinde diplomatik bir çözüme ulaştırılacaktır. Buna karşılık, iki ülke arasında artan bir yoğunluk ve ivme ile yaşanan “krizler”in yeni Ortadoğu’nun oluşumu gibi ucu açık bir sürecin tamamlanmasına kadar süreceği göz önüne alındığında her yeni buhran daha zor çözülecek ve bunların tortusu da ciddî bir “ittifak yorgunluğu”na neden olacaktır. Oluşan tortunun uzun vâdede iki tarafı da farklı seçenek ve eksenlere yöneltebileceği kuşkusuzdur. Böylesi gelişmeleri önlemek ise tarafeynin yeni Ortadoğu tasavvurları arasındaki makasın daraltılmasını zorunlu kılmaktadır.” diyor ve bu sürecin uzunluğu ve karmaşıklığı, şartlar ve aktörler arası ilişkilerin hızlı değişimine işaret ederek, “öncelikli olarak “kriz yönetimi,” sonrasında da “diplomatik mekanizmaların kullanımı”nın sürdürülmesinin en anlamlı yaklaşım olacağı ortadadır.” tesbitiyle yazısını bitiriyor.
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/08/19/siradaki-krizi-beklerken

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked