Uncategorized Posts

“Tasavvufî Düşüncede İlâhî İsimlerin Fiilleri Olarak Siyâset”

 

Özkan Öztürk’ün 2 aylık düşünce dergisi Teklif’in Ocak 2023 (07) Sayısında çıkan , bu yazının da alıntı olarak başlığını oluşturan yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalardan oluşacak bu yazı.

“İslâm düşünce tarihinde hemen hemen bütün fikrî ekollerin üzerinde yoğunlaştığı konulardan biri siyasettir. Fıkıhta ahkâmu’s- sultaniyye ve siyâsetu’ş- şer’iyye literatüründe liyakat, haklar, ödevler, kurallar ve yaptırımlar zemininde İNSÂNÎ İLİŞKİLERİN düzen ve yönetimi konusu ele alınır. Kelâm eserlerinde ise sem’iyyât başlığı altında İmâmet kısımlarında sıklıkla hilâfet, İDARECİLERİN ÖZELLİKLERİ VE ŞEHİRDE GERÇEKLEŞEN SOSYAL İLİŞKİLERİN DOĞASINA DAİR BİRÇOK PROBLEMİN TARTIŞILDIĞINI görmek MÜMKÜNDÜR. Eflâtun’dan KINALIZâDE Âlî Efendi’ye kadar uzanan HİKEMÎ- felsefî LİTERATÜR ise siyâseti, FERDÎ YÖNETİM, EV YÖNETİMİ VE ŞEHRİN İDARESİ OLARAK BEELİRLENEN DÜZLEMLERDE, İNSANî FİİLLER ALANININ TEDBİRİNİN teorisi olarak TARTIŞIR. SİYASETNÂME, nASİHATNAME, ADÂB-I mÜLÛK LİTERATÜRÜNDE İSE KADİM SİYASET TECRÜBESİNDEN ÜRETİLMİŞ HİKMETLERLE VE YETKİN EYLEMLERE dair DERLEMELERLE KARŞILAŞIRIZ. Siyasetnâmeler, UYGUN SÖZ VE FİİLLERDEN HAREKETLE KALIPLAŞMIŞ DOĞRU SİYASÎ TUTUMLARA VURGU YAPAR. iSLÂM DÜŞÜNCE EKOLLERİNİN ÜRETTİĞİ BU ZENGİNLİĞE EK OLARAK TASAVVUF PERSPEKTİFİNDEN HAREKETLE, İYİ DEVLET VE YETKİN TOPLUM öngörüsünde bulunan siyasi görüşler de üretilmiştir. SÛFİLER, Varlıkta birliği aradıkları gibi SİYASAL VE TOPLUMSAL ALANI DA BİRLİK FİKRİNDEN HAREKETLE ANLAMAYA ÇALIŞMIŞLARDIR. Tasavvufî DÜŞÜNCEDE , SİYASETİ VAHDET-KESRET DÜZLEMİ ÜZERİNDEN ELE ALAN VARLIK MERTEBELERİ-DEVLET MERTEBELERİ YAKLAŞIMI, RİCÂL mertebe TEORİSİ, DEVLET FİKRİNİN İLÂHî isimler ve ilişkileri üzerinden değerlendirilmesi, toplumsal sınıflar ile seyr u sülûk arasında görülen paralellik, sâğir âlem/ kebîr âlem veya afâk-enfüs arası mütekabiliyet, Hz. Âdem’e (a.s.) ilâhî isimlerin öğretilmesi ve halifelik, kurbiyyet ve insân-ı kâmil fikri gibi tasavvufî siyaset yorumunu özgün kılan unsurlar vardır.

Müslümanların İktidarla İmtihanı: Bir Muhasebe

 

TEKLİF (2 aylık düşünce dergisi) 07 OCAK 2023

Prof. Dr. Ömer Türker’in Ahlâksız Bir Siyaset Mümkün müdür? Başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Bir partiye üye olduğumuzda… Üye olmayı hak edecek bir parti bulamadığımızda…

Bir seçim konuşmasını dinlediğimizde… Seçim konuşmalarını dinlemeye değer bulmadığıımızda…

Sandığa gidip oy verdiğimizde… Sandığa gitmediğimizde …

Bir protesto gösterisine katıldığımızda… Protestocuları yuhaladığımızda…

Bir boykota katıldığımızda… Boykota katılanları eleştirdiğimizde… İnsanların kanaatlerini şekillendirmeyi umarak bir yazı yazdığımızda, bir konuşma yaptığımızda, bir sergi açtığımızda, bir film çektiğimizde…

Mensubu olduğumuz mesleğin bir odasına, doğduğumuz şehrin, kasabanın, köyün derneğine üye olduğumuzda; böyle kurumlara üye olmayı zaman kaybı olarak gördüğümüzde…

“Hakikate uygun yaşamak nasıl olur, olurdu? ” sorularına kafa yorduğumuzda…

“Hakikat yok ki zaten hakikat sonrasında yaşamıyor muyuz?” görüşlerini savunduğumuzda…

“Devletin kuruluşunun esâsında kutsallık yer almalıdır” veya “devletin merkezî ideolojisinden kutsallık giderilmelidir” tartışmasına girdiğimizde…

Yasalara uyduğumuzda, yasalara uymadığımızda…

Yasalara uymamakla kalmayıp sivil itaatsizlik sergilediğimizde…

Vergi ödediğimizde, vergi ödememek için yollar aradığımızda…

Rüşvet, adam kayırma; akraba kayırma; patronaj fiillerinin öznesi, istifade edeni veya mağduru olduğumuzda…

Yasal yaptırımların arkasında dinî gerekçeler yer alabilir dediğimizde…

Yasal yaptırımların arkasında dinî gerekçeler yer alamaz dediğimizde…

İltica ettiğimizde, başka bir ülkenin pasaportunu aldığımızda, ülke dışına sürüldüğümüzde, pasaportsuz, devletsiz kaldığımızda…

En önemli değer özgürlük diyen birine “Hayır, eşitliktir!” diyerek karşı çıktığımızda…

En önemli değer eşitlik diyen birine “hayır; özgürlüktür!” diyerek karşı çıktığımızda…

…siyasetin içindeyizdir.

“İSPANYA GAZZE İÇİN AYAKTA!”

 

Heyecanlandım İSPANYA’nın bu tavrından. Yaşasın GAZZE, Yaşasın İSPANYA! Bir AVRUPA ülkesi ve devleti olarak İSPANYA‘nın GAZZE’ye dönük BU DURUŞU HİÇ UNUTULMAYACAK! TÜRKİYE VE TÜRK MİLLETİ İspanya’yı BİR KEZ DAHA TANIDI VE BUNDAN BÖYLE HİÇ UNUTMAYACAK O ülkeyi ve o ülkenin insanlarını.

İspanya BU TAVRINI ortaya koydu ya, BAŞTA GAZZE olmak üzere BİRÇOK ÜLKEDE BU TAVIR BENZERİ DURUŞLAR VE DAYANIŞMALAR GÖRÜLECEKTİR, DUYULACAKTIR iNŞAALLAH. ABD VE AVRUPA ÜLKELERİ İSPANYA’NIN BU DURUŞU / TAVRI İÇİN ne derler, nasıl bir tavır alırlar, merak konusu!

YAŞASIN İSPANYA VE yaşasın bu tavrı benimseyen ülkeler ve o ülkelerin insanları!

GAZZE’ye SÜRE TANIYAN (!) ülkeler / devletler utanırlar mı acaba İSPANYA’nın bu tavrı karşısında? Eğer UTANIRLARSA O DA ÖNEMLİ AMA UTANDIKLARINI ilan etmek şartıyla.

İran’da Nakşibendîlik Tarihine Kısa Bir Bakış

 

HAMİD ALGAR’ın NAKŞİBENDÎLİK İsimli kitabının (insan yayınları; Çevirenler : Cüneyd Köksal, Ethem CEBECİOĞLU, İsmail TAŞPINAR, Kemal KAHRAMAN, Nebi MEHDİYEV, Nurullah KOLTAŞ, Zeynep ÖZBEK .) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

HAMİD ALGAR 1940 senesinde iNGİLTERE’nin Güneybatısında doğdu. Lise tahsilini Londra’da tamamladıktan sonra 1961’de Cambridge Üniversitesi’nin Arap-Fars Filolojisi Bölümü’nden mezun oldu. Bir yıl kadar Tahran Üniversitesi’nde Doktora derslerini takip ettikten sonra, Türkçe’yi hakkıyla öğrenmek maksadıyla istanbul’a geçti. Nihayet 1963’te Cambridge’e dönerek doktora çalışmalarına başladı. On dokuzuncu asır İran’ında Ulemanın siyasî rolleri konusundaki tezini 1965 yılında tamamlayıp Kaliforniya Üniversitesi’nde Orta Doğu Araştırmaları Bölümü’ne katıldı. Burada İrfan, Tefsir, Şiîlik, İran’da İslâm tarihi, Arap, Fars ve Türk tasavvufî edebiyatı, İslâm felsefesi gibi konularda ders verdi. İran, Türkiye, Bosna, Malezya, ve Özbekistan gibi birçok ülkede hem ilmî kongrelere katıldı, hem araştırmalarını sürdürdü. Yayınları birçok dilde oldu. 2010’da emekli olup başta Nakşîlik tarihi ve bugünkü durumu olmak üzere çeşitli konular üzerinde yoğun şekilde çalışmaya devam ediyor.

Kitabımın yeni, genişletilmiş baskısını saygıdeğer Türk okurlarına sunarken, açıklamak istediğim birkaç husus var :

Birincisi, şunu itiraf etmem gerekir kİ, Türkiye Cumhuriyeti’nde NAKŞÎLİK tarihi ve Bosna-Hersek Nakşîliği üzerinde seneler önce kaleme aldığım makaleler, her iki ülkede son yıllarda vuku bulan gelişmeler hakkında pek bilgi vermemektedir. Ehlülbeyt edrâ bi mâ fÎ’l-beyt ( ev halkı evde olup bitenleri daha iyi bilir) meşhur atasözü GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULURSA, KİTABIN KONUSUNA İLGİ GÖSTERENLER büyük ihtimalle TÜRKİYE NAKŞÎLİĞİNİN en son gelişmelerine VÂKIFLARDIR. Bosna-Hersek NAKŞÎLİĞİ’ne gelince, savaş BİTTİKTEN SONRA BİRKAÇ DEFA SARAY Bosna’ya gitmem nasip olunca, HEM ÖZEL KÜTÜPHANELERDE Sırp vahşetinden mahfuz kalan tarikatla ilgili birkaç yazma incelemek ve hem NAKŞilerin BOŞNAK MÜCADELESİNE katkılarını AYRINNTILI OLARAK ÖĞRENMEK MÜMKÜN OLDU. YAKIN BİR GELECEKTE BU yAzılı VE sözlü KAYNAKLARI DEĞERLENDİREREK BOSNA-HERSEK’TE NAKŞiLİK TARİHÇESİNİ YAZMAYI DÜŞÜNÜYORUM; NASİP OLURSA ONU DA TÜRKÇE OLARAK MUHTEREM OKUYUCULARIMA TAKDİM EDECEĞİM.

Erken Dönem Nakşibendî Geleneğinde İbn Arabî’nin Yansımaları

 

Prof. Dr. Hamid ALGAR’ın NAKŞİBENDÎLİK isimli, insan yayınları’ndan birinci baskısı 2007’de, genişletilmiş üçüncü baskısı (dijital) 2012’de çıkmış bu eserin (Çevirenler : Cüneyd Köksal, Ethem Cebecioğlu, İsmail Taşpınar, Kemal Kahraman, Nebi Mehdiyev, Nurullah Koltaş, Zeynep Özbek) ERKEN DÖNEM NAKŞİBENDÎ GELENEĞİNDE İBN ARABÎ’NİN YANSIMALARI başlıklı bölümünden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı:

“İbn Arabî’nin hemen hemen evrensel bir yayılıma sahip olan öğreti ve kavramlarından etkilenmeyişi bakımından Nakşibendî tarîkatının istisnâî bir durum teşkil ettiği çoğu zaman kabul edilen bir şeydir. (dipnot: mesela bkz. Marjian mole, “Autour de Dare Mansour”, Revue des Etudes Islamiques, 1959, s. 56, n. 110. Yine aynı yazarın bkz . Les Mistiques Musulmans, Paris, 1982, s. 107-108,117.)

İbn Arabî hâlâ çoğu kez hemen hemen sapkın; ahlâkî ve hukûkî kayıtlardan âzade bir sistemin savunucusu olarak kabul edilir. nakşibendiyye ile ibn arabî arasında var olduğu düşünülen bu hayâl ürünü karşıtlık; belki de daha genel bir anlamda tüm islâm tarihi boyunca tasavvuf ile şeriatın tamâmen zıt kutupları temsil ettiğini ısrarla savunan görüşten kaynaklanmıştır.

Nakşibendî geleneğinin mihver şahsiyetlerinden biri olan Müceddid Şeyh Ahmed Sirhindî’nin (v. 1034/1624), İbn Arabi TARAFINDAN ORTAYA KONULAN BELİRLİ BAZI DÜŞÜNCELERİ münakaşa ettiği de GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALIDIR. (dipnot: Bu durumun yol açtığı YANLIŞ ANLAMA VE ÇARPITMALARIN aşırı bir örneği, John I. Esposito’nun tamamen temelsiz şu ifadesidir: “Sirhindî… Büyük BİR İŞTİYAKLA İbn Arabî’nin bir kâfir olduğunu ifade etti.” An BUNU BİR TÜR TERDDÜTLE YAPMIŞ VE BÜYÜK ÜSTÂDA DUYDUĞU YÜKSEK SAYGIYI ÖNEMLE BELİRTME KONUSUNDA ELİNDEN GELENİ ESİRGEMEMİŞTİR. (Mesela bkz: Mektubât-ı İmâm-ı Rabbanî, Lucknow, 1889, III, s.136-7) Müceddid’in ibn Arabî’nin bazı öğretilerine karşı ortaya koyduğu itirazlar, bu tasavvuf düşüncesi üstadları arasındaki görüş ayrılıklarının yalnızca bir ıstılah (terminoloji) MESELESİ OLDUĞU DÜŞÜNCESİNE SAHİP MÜCEDDİDÎ ÇİZGİDE YER ALAN sonraki NAKŞİBENDÎLER tarafından YUMUŞATILMIŞ VE HATTÂ GÖRMEZLİKTEN GELİNMİŞTİR. (…)