‘Merkez ve Muhit’

 

İsmet Özel‘in bu başlık altındaki yazısından (yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

Kapitalizmi paranın merkezde oluşuyla değil, paranın bizâtihi merkez oluşuyla izah edebiliriz. Modern çağla birlikte para Antik Çağ’da kavranılan tabiatın yerini aldı. Sokrates öncesi filozofların en karanlık olanı Heraklit “Tabiat gizlenmeği sever” demişti. Tabiatın Antik Çağda yaptığı iddia edilen işi modern çağda para yapıyor: Kendini gizliyor. Öyle günlere geldik ki, birikmiş sermaye sözünü ettiğimiz gizlenmenin en netameli husûsiyeti durumuna yükseldi. Buna mukabil denetim altında tutulan ülkelerde kişi ve kurumların el koyduğu sermaye miktarı mahduttur. En büyük sermaye güdümüne ülkelerin nereye kadar büyüyeceğini tespit etmiştir. Gelişmiş ülkelerde birikmiş sermayenin ulaştığı devasa miktar karşısında güdülen ülkelerde birikmiş yekûna sermaye dememiz bile mübalağa olacaktır.

“Riche comme des pachas” Fransızların bir sözü bu. “Paşalar kadar zengin” demeğe gelir. Yani paşaların ellerinde tuttuğu servet burjuva sınıfı dünya ölçüsünde hesaba katılan Fransızların bile dikkatini çekmiş. (…) Devlet çöküyor , Türk toprakları gün be gün elden çıkıyorken paşalar zenginleşiyordu. (…)

Padişahsız, Halifesiz Cumhuriyet dpöneminin büyük bir imkânı olmalıydı; ama olmadı. İktidarı bir şekilde gasp etmiş bulunanlar şiar olarak “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” cümlesini benimsemişti. Oysa devlet memurları gözle farkedilecek şiddette imtiyazlıydı. Bir şehrin valisi o şehrin CHP il başkanıydı aynı zamanda. Adnan Menderes’in tabiriyle “bir parmak solda” olan Demokrat Parti piyasa ekonomisini canlandırma telaşına kapılmıştı. (…)

Dünya Sistemi adını verdiğimiz düzenin sahipleri Türk topraklarında olan biten her şeyi dikkatle izliyor. (…) Ecnebiler Türk topraklarında fiilen gerçekleşen her şeyin karakterine tasallut ediyor. 27 Mayıs 1960 ihtilâline kadar her lise mezunu askerliğini yedek subay olarak yapabiliyordu. İhtilâl bu hakkı onların elinden aldı. (…) 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi 27 Mayıs 1960’ın eksiklerini her bakımdan gidermede gecikmedi. “Her bakımdan” dedim, zira 24 Ocak 1980’de alınan kararların dünya sisteminin hiçbir kaybı olmaksızın uygulanması için Türkiye’nin başına kendisinden hesap sorulamayacak bir siyasî yetkeyi sarmak gerekiyordu.(…)

Ordu İstiklâl Harbi’ne kayıtlıydı. Çünkü elimizde l. Cihan Harbi akabinde Türk topraklarının ecnebiler eline geçmesine rıza göstermeyen yegâne örgütlü güç ordu kalmıştı. Bütün milletçe bilinen kayda inkılaplar birerşart olarak ekklndi. Bu şartlaın en ağırı Türkçe’nin Latin alfabesiyle yazılabileceğini iddia eden yaklaşım oldu.(…) 1929 Hıristiyan yılından itibaren ‘millî’ diye adlandırılan eğitim bu harflerle gerçekleşti. Şu anda benim Lâtin alfabesiyle kaleme aldığım yazıyı okuyorsunuz.Başka ne olacaktı diye sual edebiirsiniz. Türk topraklarında yaşayıp da bu suale cevap verecek yeterlikte bir tek kişinin bile bulunduğunu sanmıyorum. Hâkimiyet altındayız. Kayıtlı ve şartlı bir hâkimiyet…

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked