FÎHİ MÂ FÎH 65. Fasıldan(s.206-207) alıntılar

 

“İstiğrâk budur ki, Hak Teâlâ evliyâyı, halkın arslandan ve kaplan’dan ve zâlimden vâki olan korkularının gayri olarak, kendisinden hâif (korkan) kılar ve havfın Hak’dan ve emnin Hak’dan ve ıyş u tarab’ın Hak’dan olduğunu onlara keşf eyler.

Sirâceddîn dedi ki: “Bir meseleden bahs ettim, içimde elem peydâ oldu.”

Hz. Pîr-i dest-gîr buyurdular ki: “O bir müvekkildir; onu söyliyemiyesin, diye onu bırakmaz. Gerçi o müvekkili mahsûsen görmezsin; velâkin şevk ve gayret ve elemi gördüğün vakit, müvekkilin mevcûd olduğunu bilirsin. Bir bahçeye girersin, güllerin yumuşaklığı sana temâs eder ve diğer taraftan gittiğinde, dikenler batar. Her ne kadar ikisini de görmez isen bile, ma’lûm olur ki, o taraf dikenlik, nâ-hoş ve rencdir (sıkıntı, eziyet); ve bu taraf gülistan ve râhattır. Buna vicdânî derler; mahsüsden daha zâhirdir. Meselâ açlık, susuzluk ve gazab ve şâdî, cümlesi mahsüs değildirler; ama mahsüsden daha ziyade zâhirdirler. Zîrâ eğer gözünü açsan, mahsûsen görmezsin; velâkin açlığı kendinden hiçbir hile ile def etmek mümkin değildir; ve sıcak taâmlardaki harâret de böyledir. Sıcaklık ve soğukluk, tatlılık ve acılık taâmlara mahsüs değildirler; ama mahsüsden daha ziyade zâhirdirler. Nihâyet sen, bu tene ne nazar ediyorsun? Senin buna ne taallukun vardır? Sen bunsuz kâimsin ve dâima bunsuzsun. Eğer gece olursa, ten kaydında olmazsın ve eğer gündüz olursa, işlerle meşgûlsün; aslâ ten ile değilsin, başka bir mahaldesin. Sen neredesin ve ten nerdedir? Yani “Ben bir vadideyim, sen bir vâdidesin.” Zanneder ki ten öldü, o da öldü. Hey! Senin ne taallukun vardır? Bu göz azîm kayddır; ve ten azîm bir mağlatadır (şaşırtıcı söz). Sâhirân-ı Fir’avn bir zerre vâkıf olduklarında, teni fedâ ettiler. Kendilerinin bunsuz kâim olduklarını gördüler. Tenin onlara hiç taalluku yoktur. Her nereye inip ikâmet eylesen, bir başkası zâhir olur. O evvelkini unutursun. (…)”

İlk Vahiy Son Peygamber

 

“Hz. Peygamber ‘şâhidi’ olmayan, kendisine rehberlik edebilecek birisinden yoksun bir yetimdi…

Hira mağarasında inzivaya çekilmişken uyku ile uyanıklık arasında duyduğu emre “Ben okuyan değilim” diye cevap verdiğinde ilk vahiy son peygambere inmiş oldu. Emir ikinci, ardından üçüncü kez yinelenince cevap değişmemiş, bunun üzerine meleğin zorlamasıyla kelimeler Peygamberin dilinden dökülmüştü: “Oku Rabbinin ismini -veya ismiyle-, O ki, yaratmıştır. (dipnot: Alak, 1-2.)

Alak sûresinden beş âyet-i kerîme nazil olduğunda Hz. Peygamber’i derin bir hayret duygusu kaplamış endişe ve tereddüt ile sarsılmış, olan bitenin ne olduğunu anlamamış olmanın geriliminden kurtulmak üzere evine doğru koşmuştur. Hz. Peygamber bu ilk hayret ve tereddütten ancak Dûha suresinde yer alan (ki sûrenin adı olan kuşluk güneşi ile Hz. Peygamber’in inşiraha çıkması arasında anlam ilişkisi olmalı) Seni Rabbin terk etmedi (Duha, 3.) ayetiyle çıkmış olmalıdır.

“Hayat Ne Kadar Güzelse Dünya O Kadar Çirkin”

 

İsmet Özel‘in İstiklal Marşı Derneği İnternet Portalı İsmet Özel Köşesi’nde bu başlıkla çıkan yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Aristoteles’in tasnifine takılıp kalışımız hayatın güzelliğini kavramamızda önümüze engeller çıkardığı gibi dünyanın çirkinliğine dikkat sarf etmemizi engelliyor. Yani düşüncenin daha başında cisimleri organik ve inorganik ikiye ayırmamız fahiş bir hatadır. Bizim kolayca ‘cansız’ saydığımız nesnelerin birbirleriyle haberleştiklerini öğrendiğimiz zaman tabiata karşı haşin tutumumuz utandırıcı geliyor insana. “Ne var bunda utanacak?” diye soranlarımız çoktur. Onlar aynı zamanda canlı-cansız ayrımını da yerinde bulurlar. Giderek dünyaya yaptıklarımızı tatminkâr bulmazlar. (…)

Özgür Özel kim, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kim?

 

CHP Genel Başkanı Özgür Özel Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a şu günlerde yine seviyesiz ve suç teşkil edici sözlerle saldırıyor. O sözleri tekrar edecek değilim. Çirkin ve suç teşkil edici sözleri niye yazayım? Elbette Cumhurbaşkanımız o sözlerin hesabını soracak ve cezasını CHP Genel Başkanı’na çektirecektir.

Önemli olan siyasetçilerimizin konuşurken kendilerini kontrol edebilmeleri ve sözlerini ölçüp tartmaları; karşısındaki kişiye söz sarfederken hukuku ve yargıyı gözönüne alarak başını belaya sokmadan akıllıca davranmalarıdır. Hele Cumhurbaşkanı’na yönelik konuşurken daha bir dikkatli ve akıllı davranması gerekmez mi? Oysa tabiri yerinde kulandığımı düşünerek güncel CHP Genel Başkanı’nı CHP’nin geçmişindeki liderlerine göre etkili / etkileyici bulmuyorum. Sanırım CHP’lilerin önemli bir kısmı da onu yeterli, etkili, konuşmalarını merakla dinlemeye hazır bulmayanlardır; Onlar B.Ecevit, Deniz Baykal, Hikmet Çetin, Altan Öymen’i dinlemiş olanlardır. Özgür Özel onlara göre sadece konuşurken hareketli oluşu ve kızgın bir üslûpla konuşmasıyla tebarüz ediyor.

“Şuur olmadan şiir olmaz.”

 

“Şuur ise şuuruna varılan o şeyden tecrit edilemez. Ancak va’z edilmiş bir şeyin şuuruna varılabilir. O halde anlaşılmağa değen ne olabilir ki, bir şeyin anlaşılmayışından dert yanalım? ”

Bu satırlar TİYO (Tam İstiklâl Yayıncılık Ortaklığı):44 / İsmet Özel Kitapları: 21 Aralık 2019 I. Baskı 1.Bin TÜRKÜM DOĞRUYUM İNTİKAMIM ÜLKEMDİR kitabının başlarından. BAŞA DÖNEBİLMEK İÇİN SONUNA KADAR GİTTİM başlığı altındaki bölümden bazı alıntılar:

“Gençlik yıllarımdan bugüne birçok şey oldu ve olanların hiçbiri içime sinmedi. Bu demek oluyor ki, terkini yadırgamadığımız her ne ise bir daha eski hale dönmeyecektir ve ben ömrüm vefa etse bile oralara dönmeyeceğim. Terk edilen her ne ise metruk haliyle yüzüme bakıyor.”

” Yarım bıraktığımı ikmal etme hissine beni sürükleyen bunca yıl okuyucu edindiğim zannıdır. Yazdıklarımı titizlikle takip edenler olduğu hissi güde güde buraya getirdi beni. Madem onlar sadakat gösteriyor, ben de ihanete meydan vermeyecektim. Vaktinde paçamı yazma hatası da aynı sebepten kapmıştı. Annemin, babamın okumadığı şeyleri yazmanın bana yarar bir yanı var mıydı?”

“Varlık gösterebilmişlik ne çocukluk, ne de ihtiyarlık adına söz konusudur. Varlık gösterebilmişsek çocukluğumuza rağmen, ihtiyarlığımıza rağmen gösterebilmişizdir. (…) 40 yaşıma kadar yazdığım şiirlerin ilki “Kış”. Dokuz yaşımda kıştan ancak bu kadarını anlardım. Daha sonra neler anlamalıydım? Bu satırları yazarken sonbaharı yaşıyorum. Yeni bir kış 75 yaşımda iken yine başımda. (…) Bir ay, iki ay sonra kapımı şimdiden tıkırdatan bir kış mı kaplayacak hayatımı? O da değil. Kışlar nereye gittiyse benden önce gitti. Hayıflanmada itiraftan daha ileriyim.”

“İtirafım şu olsun: Kış günleri benim için aklımın erdiği günden beri birer kuluçka vaktidir. (…) Her insanı tek başına bir nesil sayacak olursak beni neslini idame ettiremeyişimin yakınması ihata etti. (…) Her gün tok gezebilmek bir marifettir. O marifetten ne kadar artırdıysanız elinizdeki fazlayla canınızın çektiğine laf yetiştirirsiniz.”

“Sözüm varsa dünya hayatı uğruna kendini yıpratmak şöyle dursun dünya hayatını babasının malı zannedenleredir. (…) Dünya hali meşruiyeti umursamayıp hükümranlık taslamaktır. (…) İşin aslı dünya halinin asıl denecek bir taraftan mahrum bırakılışıdır. Kolaycıyız. İşimize gelmeyen dünya halinden şikâyet hepimizin kolayına gider. (…) Karl Marx senin biyologide yaptığını ben sosyal bilimlerde yapacağım iddiasıyla Charles Darwln’e bir mektup döşendi. Şöhret gülünçlükle tamamlanmadığı zaman meşhur adam ortaya çıkmaz. Çünkü tabiatımız bir zorluğun altından kalkmağı hepimize hoş göstermiştir. (…) Her nedense zorluğun zor adama yakıştığına inanırız. (…) Giderek değersiz dünya Nobel ödülü alabilmek için her olmazı olura çevirenler elinde bilimsel dünya oluverdi. (…) Freud aklımızın başımızda olmasını imkân hâricinde farz etti. (…) Hay huya hayretle bakmağı çocukluğumun en esaslı tecrübesi saymalıyım. Çocukken dünyanın hay huyuna hayranlıkla bakardım. Çocukluğu terk eder etmez beni başka herhangi bir alanda değil sanat alanında bir geleceğin beklediğine inandım. Üstümüze apar topar giydirilen Hristiyan yılların 1966’sında derin bir kederle Geceleyin Bir Koşu‘yu yayınladığım bu gün de hatırımda. Şiirin nesini geride bırakmıştım ki kederle kuşatılmış sayıyordum kendimi ? Eğer Türk âlemi şiiri tanıma zahmetini göze alan edebiyat adamlarının nefes alabildiği bir âlem vasfını önde tutabilseydi yani Türk âlemi bünyesinden bir dünya hayatı çıkarabilseydi sayılı adamlardan kabul edilecektir.”

“Sayısız adamlığım adamlığıma halel getirmedi. Ölüp gideceğim besbelli olduğu halde bana ait bütün iyi şeyleri beraberimde götürmekle kalmayıp terekemde sadece kötülüklerimin sırıtacağını bildiğim halde adamlığa, sayısız adamlığa oynuyorum. Buna, bu sayıya gelmeyen karakter düşkünlüğüne adamlık demeli mi? (…) Ancak kimi çocukların samimiyetiyle yükselen değerleri anmakla biraz nefes alabiliriz. Nefes alalım, derin bir nefes alalım.”