Fütûhât-ı Mekkiyye c.18 alıntılar

 

“Hakk’a kendimize göre davranıyoruz, aksi halde mutlak tenzih ortaya çıkardı.”

“Hiç kuşkusuz ki ikram, misafirin değil, hane sahibinin değerini / kıymetini gösterir. Sıradan insanlar ise ikramın hane sahibinin değil, misafirin değerine göre yapıldığını kabul eder.”

Muhyiddin İbn Arabî‘nin ünlü eserlerinden biri olup Ekrem Demirli‘nin çevirisiyle 18 c. olarak Litera Yayıncılık‘tan çıkan eserin bu sonuncu cildinden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Ameller Sidre-i münteha’yı aşamazlar.”

“Kim yakîn ilim makamına yerleştirilirse, bilginin otoritesi altında bulunurken kim müşahede yakîni (ayne’l- yakîn) makamına yerleştirilirse müşahede ve görmenin hükmü onun üzerinde ortaya çıkar; her kim hakka’l-yakîn makamına yerleştirilirse, hiç kuşkusuz, yaratıklar içerisinde farklılaşır.”

Mûsevî Kelimede İçerilen “Ulvî Hikmet” Fassı (2. Şerh)

 

‘Ulvî Hikmetin Mûsevî Kelime’ye tahsîsindeki vecih budur ki, Mûsâ (a.s.)ın resûllerin çoğu üzerine rüchânı (üstünlüğü) ve mertebe yüksekliği dört sûretledir: 1. Melek vasıtası olmaksızın Allah Teâlâ hazretlerinden ahz eyledi (aldı); ve onunla tekellüm etti (konuştu). 2. Hadîs-i sahîhde (sahîh Hadîste) vârid olduğu (geldiği) üzere Hak Teâlâ Tevrât‘ı yed-i kudreti (kudret eli) ile yazdı. Nitekim buyrulur: Yani “Hak Teâlâ cenâb-ı Mûsâ’ya Tevrât‘ı yediyle (eliyle) yazdı. Ve şecere-i Tûbâ’yı ( Tûbâ ağacını) eliyle gars etti (dikti). Ve Adn cennetini eliyle halk eyledi. Ve Âdem’i iki yedi ile (iki eli ile) yarattı.” 3. Hâtem-i enbiyâ (s.a.v.) Efendimiz’e muhtass (mahsus) olan cemiyet makamına kurbiyyetidir (yakınlığıdır) ki, Hak Teâlâ bu yakınlığa işâreten beyan buyurur (anlam olarak): “Ve biz onun için levhalar üzerine her şeyden bir öğüt ve her şeyin ayrıntılı bir açıklamasını yazdık; “Onlara sıkıca sarıl, toplumuna da emret, onları en güzel şekilde tutsunlar. Yakında size yoldan çıkmışların yurdunu göstereceğim.” (A’raf, 7/145) Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de anlam olarak: “Ve gaybın anahtarları yalnız O’nun yanındadır. Onları ancak O bilir. Ve karada da denizde de olanı O bilir. Düşen hiçbir yaprak yoktur ki, onu bilmesin Ve yerin karanlıklarına giren hiçbir tane, yaş ve kuru (canlı ve cansız) hiçbir şey yok ki, (hepsi) apaçık bir Kitap’tadır (Levh-i mahfuz’da).” (En’âm, 6/59)

Tasavvuf Metafiziği’nden alıntılar

 

Özgun ismi Miftâh-ı Gaybi’l-Cem Ve’l-Vücûd olan ve Türkçeye tercümesi Ekrem Demirli tarafından yapılan, İZ Yayıncılıktan çıkan (3.Baskı: 2009) SADREDDİN KONEVÎ’nin bu eserinden yapacağım bazı alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.

“Hak, kendisinde hiçbir ihtilaf ( kayıd) bulunmayan sırf Vücûddur (Varlık). O, mukâbilinde kesret (çokluk) düşünülemeyen ‘gerçek’ birlik ile ‘Vahid / Bir’dir.”

“Vücûd (Varlık) birdir ve kendisinden farklı oluşu itibariyle kendi dışındaki bir şey ile idrâk edilemez.”

“İhlas dahil, her şeyi görmekten soyutlanan kimse kurtuluşa ermiştir. “İşte bu Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine verir, Allah büyük fazl sahibidir.” (Cuma, 4)

“Adalet zıddını insânî varlıkta bulur.”

 

Prof. Dr. ÖMER TÜRKER‘in 2 aylık düşünce dergisi Teklif ‘te (Eylül 2022 / Sayı 5) çıkan “Adalet Üzerine” başlıklı yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar (bunlardan ilki, o yazının ilk sayfasının sonlarından bir cümleden alınmış olup bu yazının başlığını teşkil etmektedir) oluşturacak bu yazıyı.

“Adalet kelimesi, dildeki müphem (belirgin olmayan) anlamından çeşitli bilim dallarındaki dakik açıklamalarına varıncaya dek oldukça geniş bir kullanım alanına sahiptir. Aslında genişten dara doğru seyreden kademeli bir anlamı olduğu söylenebilir. Kelimenin en geniş ve temel anlamı, ilâhiyat sahasında görülür. Metafizikçi filozoflar adaleti, her bir mevcudun kendi kabiliyetine göre varlıktan pay alması anlamında kullanırlar. Buna göre Tanrı’dan gelen varlık anlamı, tüm mevcutlara onların kabiliyetlerine uygun şekilde yani hak ettikleri miktarda dağılır, böylece her şey kendi hak ettiği yere konulmuş olur. Dolayısıyla da âlemdeki düzen, olmuş ve olabilecek en âdil düzendir. (…)”

William Chittick’in İbnü’l-Arabî’nin Kendi Fusûsu’l- Hikem Özeti olan NAKŞU’L- FUSÛS’undan (Tükçesi: Turan Koç, İZ Yayıncılık, 2023) bazı alıntılar

 

“Bir şeyin fass‘ı onun özü ve zübdesidir. (…) Hikmet hem şeylerin, bizatihi ne iseler o durumdaki gerçeklik, nitelik ve etkilerine ilişkin, hem de iradeye bağlı olarak yapılan iş ve eylemlerin (hikmete sahip olan biri tarafından yapıldığında) şartlara uygun bir şekilde yapılmasını gerektiren bilgidir.”

El-İlâhiyye (ilâhilik ya da Allah ismi) bütün İlâhî isim ve sıfatların mertebelerini kuşatan mertebenin, yani varlık katı ya da düzeyinin ismidir.

O bakımdan, Allah ismine ait hikmetin özü Ulûhiyet mertebesine ait bilgi ve marifetler bütünüdür veya bu bilgi ve marifetlerin yazıldığı yerdir, yani Kâmil İnsan’ın kalbi. Bu yüzden, bu bölümün başlığının ifade etmek istediği şey bütün bu bilgi ve marifetlerin özünün ya da bunları alma kabiliyeti olan mahallin Âdem’in kelimesinde gerçekleşmiş olduğu hususudur. Bu kitapta kelime ile ifade edilmek istenen, ayırt edici özellikleri bakımından söz konusu peygamberin bizzat kendi özü (ayn) ile ona ve ümmetine Allah tarafından bahşedilmiş olana şeydir.