Eşref ile Esfel Arasında İnsan-olmak, İnsan-kalmak
İhsan Fazlıoğlu‘nun 2 aylık düşünce dergisi Teklif‘in Eylül 2023 / 11. Sayısında çıkan ” Tekevvün, Temeddün, Tedeyyün, Tefessüh ve Teellüh: Eşref ile Esfel Arasında İnsan-olmak, İnsan-kalmak” başlıklı yazısından alıntılar oluşturacak bu yazıyı.
” Aslî fâilin ol-emri (kun) var-kılma etkinliğini başlatır (fe-yekûn) ve Evren (Kevn) oluşmaya başlar (tekevvün). Beşer, bu oluşun yani tekevvünün bir uzantısıdır. Ancak beşer, en nihayetinde, bu yazıda ele alınmayacak pek çok nedenle, varlığını devam ettirmek için Teklif dergisinin bir sonraki sayısında ayrıntılı ele alınacak temeddün aşamasına geçer. Temeddün, beşerin hem ferd hem de tür olarak varlığını sürdürmek için belirli bir anlam- değer dizgesi eşliğinde mümkün ve muhtemel her tür beşerî ve insânî ilişkiyi belirleyen erdem ve yasa yani ahlâk ve hukuk dairesi içinde yaşamayı üstlenmesidir. Bu üstlenme yani temeddün, beşerden insana geçişin kırılma-dönüm-noktasıdır. Medîne’ye giriş, aynı zamanda üstlenmenin sorumluluğunu kabul etmek ve sonuçlarını göze almaktır. Göze almanın, sahnenin hangi kesitinde ve zamanında köklendiğini tesbit etmek için bir sıfır noktası varsaymak oldukça zordur ki zaten sıfır noktası ancak ideal bir kavram olarak düşünülebilir. Bu durum, biraz da herhangi bir dilin ilk olarak nasıl ortaya çıktığı sorusunun yanıtlanmasıyla ortaya ortaya çıkan dilin yapısal çözümlemesinin arasındaki ayrıma benzer. Dil bir kez ortaya çıktıktan sonra yapısal bir kurallılık gösterir ve bu kurallılığın çözümlenmesi, köken sorusuna verilecek yanıtlardan bağımsız olarak yapılabilir. Bu çerçevede temeddünün meydana gelebilmesi için gerekli en temel ilke, mümkün ve muhtemel her tür beşerî ve insânî ilişkiyi belirleyen erdem ve yasa yani ahlâk ve hukukun kendinden sökün ettiği belirli bir anlam-değer dizgesinin varlığıdır. Söz konusu anlam-değer dizgesine din, bu anlam-değer dizgesinin yani dinin yaşamayı yönlendirmesine tedeyyün adını veriyoruz.
Açıktır ki, din derken, kastedilen hem ferd hem de tür olarak insanın doğumu ile ölümü arasında katettiği yolun hem nazarî (kuramsal) hem de amelî (pratik) ilkelerini veren dizgedir; tedeyyün ise bu dizgenin yine hem nazarî hem de amelî bir yorumunun yol alışta istihdam edilmesidir. Başka bir deyişle din, İlk İlke, Evren ve İnsan (hem ferd hem de tür olarak) ile üçü arasındaki ilişkinin kuramsal ilkelerini verir. Söz konusu anlam-değer dizgesinin yani dinin verdiği kuramsal ilkelere göre her tür gerçeklik küresi, idrâk edilir / kavranır. Bahse konu kuramsal ilkelere göre kavranan (mudrek) gerçeklik içinde, anlam-değer dizgesinin yani dinin yaşanması tedeyyün olarak tezâhür eder. (…) Şimdiye değin söylenenlerden pek çok netice çıkarılabilir ancak burada önemli bir sonuç üzerinde durmak istiyoruz: Din, ancak bir yorumu üzerinden yaşanılabilir; bu yorum da içinde varlığa geldiği belirli bir tarihî sahnenin şartlarıyla kayıdlıdır. Nitekim tedeyyün kelimesinin anlamlarından biri karmaşadır. Karmaşanın önlenmesi ancak yorumun yöntemli olmasıyla mümkündür. Başka bir deyişle yorumun paylaşılabilir, denetlenebilir, vb. özellikleri hâiz olabilmesi için istidlâlî bir yöntem eşliğinde yapılması gerekir ki, bu özellik, o yoruma bir mâkûliyet kazandırır. O hâlde din, ilkeler cihetinden sâbit iken; ifade için idrâk cihetinden, istifâde için gerçeklik cihetinden yorumlanır. Ancak sâbit ile değişken (her iki yorum) arasındaki nispet, her dâim denetlenir.
Temeddünün meydana gelebilmesi için gerekli en temel ilke, mümkün ve muhtemel her tür beşerî ve insânî ilişkiyi belirleyen erdem ve yasa yani ahlâk ve hukukun kendinden sökün ettiği belirli bir anlam-değer dizgesinin varlığıdır. Söz konusu anlam-değer dizgesine din, bu anlam-değer dizgesinin yani dinin yaşamayı yönlendirmesine tedeyyün adını veriyoruz.”
belirleyen erdem ve yasa
No Comments