Tam bir yıl önce kaleme aldığım ve o gün yayınlanmış bir yazım
Güya Tayyip Erdoğan’ın bir fotoğrafı… Hep o fotoğraf koyularak kimbilir kaç tane yazı çıktı Radikal’in Blog bölümünde! Bir fotoğraf üzerinden mi ancak Tayyip Erdoğan’a olan kinlerini, öfkelerini, olumsuz eleştirilerini, görüşlerini, düşüncelerini ifade edebiliyor o yazıları kaleme alanlar? Öyle bir fotoğrafı koymazlarsa Tayyip Erdoğan’ı yeterince karalayamayacaklar, kötüleyemeyecekler, kötü tanıtamayacaklar mı? Bir fotoğrafa mı kalmış işleri?
Bugün de bir blog yazısı gördüm aynı fotoğrafla çıkmış Radikal’de. “Dar (mı) geliyor düğmeler!” başlıklı. (Yazının başlığını vereyim ki o fotoğraf hangi fotoğrafmış bilmeyenler görsünler.) Dediğim gibi bu fotoğraf eşliğinde çıkan yazılar artık bıktırıcı oldu, kabak tadı verdi. Söyleyecek sözü olan, bir kişi veya onun liderlik ettiği bir parti ya da o partinin iktidarı hakkında sözünü söyler, bir fotoğraftan medet ummaz.
Aynı fotoğraf eşliğinde çıkan söz konusu son yazı üzerine Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan hakkında bir yazı da ben kaleme almak istedim. Kendisini normal olarak yansıtan herhangi bir fotoğrafını koyarak.
Tayyip Erdoğan’ın adını ilk duyuşum, Milli Nizam Partisi’nin kuruluşunu izleyen yıllarda (1970’li yılların ortalarında) oldu. 1970’de kurulan o partinin ömrü kısa sürdü, 12 Mart 1971’de vuku bulan Askeri Müdahale döneminde, 1971’de Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı. 1972 sonlarına doğru Milli Selamet Partisi kuruldu. O partide 1976’da Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanlığı yaptı. Aynı yıl İstanbul İl Gençlik Kolu Başkanlığına seçildi ve görevi sırasında ve sonrasında sıklıkla Türkiye’nin her yerinde konferanslar verdiğini, Milli Gazete’de çıkan konferans ilanlarından biliyordum. 12 Eylül 1980’de gerçekleşen Askeri müdahale dönemi de Milli Selamet Partisi’nin sonunu getirdi. 1983’te kurulan Refah partisi’nde siyasi hayatına devam etti. 1991 genel seçimlerinde milletvekili olması tercihli oy sistemi nedeniyle son durumda mümkün olmadı. 1994 yerel idare seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Ne ki 1997’de Siirt’te yaptığı bir konuşmada Ziya Gökalp’in bir şiirini okuduğu, o şiirdeki bazı dizelerin içerdiği söylem nedeniyle hapis cezasına çarptırıldı, 1999’da 4 ay hapis yattı. 2001’de kurulan AK Parti’nin genel başkanlığına seçildi. 2002 genel seçimlerinde partisi tek başına iktidar oldu ama kendisi yasaklı olduğundan milletvekili olamadı. Siyasi yasağının TBMM’de gerçekleşen yasa değişikliğiyle kalkması üzerine 2003’te yapılan ara seçimlerde Siirt milletvekili olarak meclise girdi. Ve Başbakan olarak görev yaptı o yıldan itibaren. 10 Ağustos 2014 günü de, Cumhuriyet tarihinde ilk kez halk oyuyla seçilen Cumhurbaşkanı oldu.
Hayatının siyasi tarafıyla ilgili olarak bu biyografik bilgiyi vermem önemli, çünkü bu siyasi serüvenin benzerini ülkemizde yaşamış ikinci bir kişi olmadığını sanıyorum. Daha üniversite öğrencisi olduğu dönemde siyasi hayatı başlayan ve bu duruma gelen biri söz konusu.
Belediye Başkanlığı döneminde de, Başbakanlığı döneminde de, Cumhurbaşkanı olduğunda da başarılı, becerikli, bilgili, birikimli insanlarla çalışmasını önemsiyorum. Akademisyenlere ve sanatla, edebiyatla ilgili, entelektüel olan insanlara ilgi gösterip onların siyasete girmesine sebep olan biri olması da önemli gözüküyor bana. Bu tavır ve tutumunun ayrıca başarısında payı olduğunu düşünüyorum. Kendisini vaktiyle küçümseyenlerin, hafife alanların olduğunu bildiğim için, bu yönüne özellikle değinmem anlamlı. Ünlü bir mimar ve sanat tarihçisi bir zât, bir gazetede o belediye başkanıyken okuduğum bir söyleşide, “İstanbul’u bir lise mezunu yönetiyor” demişti. Lise mezunu ile üniversite mezunu arasında her durumda önemli bir fark var mıdır, o ayrı bir konu, ama o kişinin Tayyip Erdoğan’ın lise mezunu mu yoksa İktisadî Ticarî Bilimler Akademisi mezunu mu olduğunu bile tam bilmeden, bunu, Tayyip Erdoğan’ı küçümsemesinde bir ölçüt olarak ileri sürüvermiş olması ilginç gelmişti bana. Bugün de kendilerine belli beklentileri yönünde ilgi gösterilmediği için Tayyip Erdoğan’a karşı olanların, onu karalayanların, kötüleyenlerin olduğunu tahmin ediyorum. Hattâ ünlü ve akademik yönden başarılı gözüken kişilerden önceleri belli görevlerdeyken sesleri çıkmayanlardan şimdilerde Cumhurbaşkan’nın etrafında danışman olarak çalışanları hafife alanlara, küçümseyenlere rastlanıyor. (Bu konuda merhum Turgut Özal çok maharetliydi. Etrafında tutmasını bilmişti bir çok kişiyi. Bir-iki kişi dışında kendisine muarız kimse olmamıştı.)
Tayyip Erdoğan’ın en dikkati çekici ve kimsenin aksini söylememesi gereken yönü, olduğu gibi görünmesi. Ne düşünüyorsa, ne hissediyorsa onu belli etmesi. Siyasetçilerde tam tersi durumun yaygın olduğunu sanıyorum. “One minute” olayı bu özelliğinin tipik bir yansımasıydı. Barolar Birliği Başkanı’nın, o sıra cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün de bulunduğu bir toplantıda yaptığı konuşmaya verdiği tepki bu özelliğinin tipik bir dışavurumuydu. Daha geçenlerde İran’a yapacağı ziyaret öncesinde İran hakkında söyledikleri yine o özelliğini gösteriyordu. Suriye lideri Esad’la araları çok iyi olduğu halde Esad’ın zulmüne aldırmamazlık etmedi. Mısır’la ülkemiz arasında bir sorun yok iken, orada askeri darbe olup, halkın seçtiklerinin indirildiğinde ve hapse konulduğunda tepkisi ve tavrı mazlumdan yana oldu.
En son 10 Ağustos 2014 günü yapılan Cumhurbaşkanı seçiminde, dindar bilinen-görünen bir grubun da muhalefet veya karşıtlar cephesine katılmış olmasına rağmen halk tarafından Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi gerçekleşti. Ama ona düşman olanların düşmanlığı devam ediyor. Hem de epeydir, onun başbakan olduğu dönemden beri, otoriter, totaliter, özgürlük karşıtı yakıştırmalarıyla suçlanmasına, karalanmasına rağmen… Nasıl bir otoriterlik, diktatörlük ki bu, ona söylenmedik, belirtilmedik , yansıtılmadık husumet, kin, nefret ifadeleri ortaya konmamış olsun! Ona ve mevcut siyasal iktidara karşı(t) olanların ifade edemedikleri düşünceleri, görüşleri, yaklaşımları kaldı mı? Belli hakaretler mahkemelik olur ama onlar dışında mahkemelik olanlar ve haksız yere cezaya çarptırılanlar var mı? Olsa okuruz, duyarız. Ona fazlasıyla haksız, kaba, çirkin yaklaşımlarda bulunanlar olduğu kanısındayım. Buna karşılık onu ziyadesiyle sevenlerin kat kat fazla olduğunu sanıyorum.
Not: Bu yazım ilk olarak 10.04.2015 tarihinde “Bir yazı da ben yazayım hakkında” başlığıyla Radikal Blog’ta çıkmıştı.
No Comments