Sadreddin Konevî’nin “Vahdet-i Vücûd Ve Esasları” kitabından (Çeviren: Ekrem Demirli, Kapı Yay.,I.Baskı 2014) alıntılar(s.22-25)
“Hakk’ın zatî mutlaklığını hiçbir isim, resim, hüküm belirleyemez veya hiçbir vasıf onu sınırlayamaz. O, görme (şuhud) ile kavranamaz, akledilemez ve belirli bir duruma münhasır (mahsus olan) değildir. (…) Gerçi Allah’ın kendisini bildiği tarzda O’nu bilmenin imkansızlığını anlamanın başka bir yolu daha vardır; bu yol daha kâmil, daha açık ve tamamdır. Bizler Allah’ın ikram ve minneti ile o yolu müşahede ve zevk ederek öğrendik. Fakat bu yol açıklanması ve yazılması yasak şeylerdendir; bunun açıklanabilecek son noktası, zikredilen bu işaretten ibarettir. Bununla beraber, sahibi için gerçekleşen zevk, marifet ve müşahede, bu zevk ve makamın ilahi isimlerden herhangi birisinin mertebesine dayanması açısından gerçekleşir. Bu isim, makam sahibinin kıblesi ve özellikle ismin isimlendirilenin aynı olduğu hükmü verilen cihetten olmak üzere onun Hakk’ı marifetinin nihayetidir. Nitekim bu meseleyi çeşitli vesilelerle belirtmiştik. Fakat bunlar nispî nihayetlerdir; çünkü başlangıçlar ve gayeler nispî kemâllerin alâmetleridir. Gerçek kemâl’e (çokluğun birliği ve ilk taayyün sahibine mahsustur) göre durum bundan farklıdır. Allah Teâlâ’nın en kâmil kuluna hitap eden şu âyetinde bu gerçek kemâle işaret vardır: ‘Varış ancak Rabbinedir.’(Çünkü onun rabbi /rabb-i has ilk taayyün ve zâtî-hakiki vahdettir. Her çeşit itibarları ortadan kaldıran ahadiyet ve bütün itibarları ispat eden vahidiyetin bu vahdete nispetleri eşittir. Bu vahdet ahadiyet ve vahidiyetin menşeidir. Bundan dolayı bu vahdet rububiyetin kendisine izafe edildiği ilahi isimlerin aslı, bu isimlerin menşei ve nihai mertebeleridir.) Allah Teâlâ bu âyete başka- bir gizli sırrı daha eklemiştir; bu sır âyette ‘Senin varış yerin Rabbinedir’ denilmemesidir; aksine âyette mutlak rububiyetten olan gayesine dikkat çekilmiştir, bu da gayelerin gayesidir. (…) Hz.Peygamber burada değindiğimiz meseleye bir münacatında işaret etmiştir, şöyle buyurmuştur: ‘Allah’ım! Azabından rızana, cezandan affına sığınıyorum. Senden yine Sana sığınıyorum. Ben senin övgünü ifade edemem, Sen kendini övdüğün gibisin.’ Bunun anlamı, Sendeki her şeye ulaşamam, demektir.
Bu makamın ve işaret edilen zevkin çeşitli ifade biçimleri vardır ki bunlar çeşitli kalıplarda ona tercüman olurlar. Bu nihai makamın isimlendirme açısından Kur’andaki adlarından birisi Araf’tır. Allah Teâlâ onun hakkında ‘Araf mensupları simalarından bilinirler.‘ Böyle bir bilmek eşyayı bilmede nihai gayeye ulaşmakla gerçekleşen uçları bilmenin özelliklerinden birisidir; nihai gayeye ulaşmak ise bunun ardında olan şeyi bilmeyi gerektirir. (…)
Ben de Fatiha Tefsirinde buna işaret etmiştim. Oraya bakıla! (Sadreddin Konevî Fatiha suresi tefsirinde ‘Din gününün sahibi âyetinin açıklaması babında şöyle demektedir: ‘Bu sabit olunca şöyle deriz: İlahi kelâm -ki o izah ve ifade mertebelerini kapsayan sıfatların ve nispetlerin en önemlilerinden birisidir-. Hakk’ın mertebesinden (hazret) sâdır olmuş ve bize, zikredilen beş aslî mertebenin ve bu mertebelerin içerdikleri şeylerin hükümleriyle boyanmış halde ulaşır. (…) )
No Comments