William C. Chittick’in “Kozmos’taki Tek Hakikat” diye çevrilen (Çeviri: Ömer Çolakoğlu, Sufi Kitap 1. Baskı 2010)kitabının ‘Yazarın Önsözü’ bölümünden alıntılar
“(…) Çalışma ve araştırmalarla geçen tam 12 yılın ardından keşfiyâtımın neticelerini neşretmeye başladım. Başlangıçtan beri birinci hassasiyetim, mutasavvıflar ve Müslüman feylesofların söylediklerini idrak etmek için gayret sarfetmekti. Hakikat onların idrak ve nazarlarına nasıl yansıyordu? İnsanların hayata anlam yükleme teşebbüslerinde karşılaştıkları manaya dair girift meseleleri acaba onlar nasıl izah ediyorlardı? Bu geçirdiğim yıllar boyunca gerçekleştirdiğim neşriyatların çoğunda Hz. Mevlânâ, Hz.Muhyiddin İbn-i Arabi, Hz.Sadreddin Konevî, Hz. Abdurrahman Camı, Hz. Efdalüddin Kâşânî, Hz. Şems-i Tebrîzî, Hz. Molla Safra ve onlar gibi olan sair mübarek isimleri konuşturmaya çalıştım ve bu esnada ben de okuyucularla birlikte arkama yaslanıp onların sözlerini dinledim. (…)
Burada okuyacağınız denemelerin müşterek özelliği, İslâm’ın bu asır için ifade ettiği anlam ve bu asır içinde olabilecek en mükemmel uygulanabilirliğini bulma gayretinin hepsinde görülmesidir. Büyük dinlerin temelinde olup terimlerince farklı kelimelerle ifade edilen bilginin ve bilmenin iki türünün arasındaki ayrımın çağdaş meselelerin müzakeresinde tipik bir şekilde gözardı edilmesine rağmen bu kitabın önemli bir bölümü, bu konuya dair imalar ortaya koyuyor. İslamî kaynaklar bu konuya çeşitli şekillerde yaklaşıyorlar. Ben burada naklî bilgilere dayalı olan bilgiyle saf akla dayanmasından dolayı aklî-irfanî dediğimiz ilmin arasındaki standart ayrıştırmanın üzerinde duracağım. Naklî bilginin belirgin özelliği nesilden nesile aktarılmasıdır. Onu tahsilin tek yolu başka birisinden almaktır. Buna karşın, talibi doğru istikâmete sevk için bir mürşidin varlığı olmazsa olmaz bir şart olsa da bu dahi irfânî bilgiyi aktarmak için tek başına kâfi değildir. Ona varmanın, onu tahsilin yolu, nefsin idaresindeki aklı boyunduruğa alarak yahut sayısız tasavvufî metinde vurgulandığı gibi, ‘kalb aynasını cilalayarak’ kendinde isteyip, arayıp kendinde bulmaktır. Kendi özüne Ârif olmak suretiyle açığa çıkan bu ilmin keşfedilmemiş bir halde kalması durumunda ise kişi, bildiği her şeyde başkalarına muhtaç olup onlara bel bağlayacaktır. Naklî tahsile dayanan ilimlerin en tipikleri dil, tarih ve hukuktur. İrfânî ilme örnek olarak, her ne kadar mevcut bütün kıstaslara uymasa da, matematiği verebiliriz. (…) Kendi idrak ve temyiz kabiliyetimizi inkâr etmeksizin onu inkâr etmek artık imkânsızdır. Naklî bilgi rivayete dayalıdır ve kulaktan tahsil edilir. Felsefe ve Tasavvufun her ikisi de bu dünyadaki eşyânın( ‘şey‘in çoğulu) mânâlarına, onlara muhatap olan nefsin mânâsı eşzamanlı olarak bulunmaksızın vâkıf olunamayacağını âşikâren ikrâr ederek kendilerini menkûl ilimlerden kesin bir şekilde ayırmaktadırlar. (…) Her ne kadar bilimsel olmayan bir terim olsa da nefs, felsefi geleneğin merkezinde yer alır. Hemen baştan ifade etmeliyim ki hakkında yazdığım irfânî yaklaşım, yaklaşık bir asırdan uzun bir süredir ölüme nâzır bir zâfiyet geçirmekte. (…) İlk dört bölüm irfanî geleneğin ortadan kalkması durumuna ve geri gelişinin önündeki muhtelif engellere yer veriyor. (…) Son üç bölüm irfanî geleneğin fiilî öğretilerini, onların günümüzün bilim ve mânâ odaklı sorularına verdiği cevaplara odaklanarak dikkatli bir şekilde irdeliyor. Beşinci Bölüm, bu gelenek adına konuşan günümüzün ender temsilcilerinden olan Seyyid Hüseyin Nasr’ın felsefesi hakkında tefekkür ederken bir yandan da lisanın insan tabiatındaki merkezıliğini ele alıyor. (…) Altıncı bölüm felsefi dünya görüşünün özne ve nesne arasında kat’î bir ayrım gözetmeyi neden reddettiğini ve İslâmî ve diğer modern anlayışların arasındaki ‘bilim’e dair derin fikrî ayrılığı anlayabilmek için bir anahtar sunan nefse ârif olma arayışını açıklama teşebbüsünde bulunuyor. Son Yedinci Bölüm ise irfan talibi gerçek entelektüellerin, her türlü bağdan âzad olabilmek için ben-merkezcilik ve eşyaya varlık atfetmenin ötesine varma yolculuklarına odaklanıyor.(…)”
No Comments