“İyi kötü biliyoruz aslında teslimiyetten neyin kastedildiğini… Burada eksik bıraktığımız şey, bu bilginin içimizde hayatiyet kazanması, bir idrake, bir irfana dönüşmesi…”
Gökhan Özcan’ın “Teslimiyetimiz nereye kadar?” başlıklı, 17 Ekim 2022 tarihli Yeni Şafak’ta çıkan düşündürücü özelliği belirgin olan yazısının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar ( bunlardan ilki o yazının dördüncü paragrafından iki cümlelik bir alıntı olarak bu yazının başlığını teşkil ediyor) oluşturacak bu yazıyı.
” Müslüman olanın Allah’ın iradesine teslim olmak gibi bir mükellefiyeti var. Bu mükellefiyetin gereğini dil ile ikrar kolay da, bunu bir şuur, bir hal, bir meleke olarak gönlümüzde yaşatmak o kadar kolay değil. (…)
Başımıza bir iş geldiğinde, o anın sıcaklığıyla güzelce düşünüp taşınmadan ağzımıza geleni söyleyiveriyor, hepimiz dile getirmesek bile, ‘neden ben/neden biz’ isyankarlığı içimizde kendine bir yer bulabiliyor.
Muhasebesini iyi kötü yapabilenlerimiz teslimiyetini gölgeleyen bu cılız ya da gür isyanı tespit edebiliyor, kendini suç üstünde yakalayabiliyor. (…)
Teslim olmak, kadere rıza göstermeyi icap ettiriyor. Bütün bunları iç dünyamızda doğru yerlere koymak için, konuştuğu ve ikrar ettiği şeylerin hakikatine dönük bir tefekküre sahip olmalı insan. Yoksa imana müteallik konularda konuştuğumuz her şey dilimizdeki bir tekerlemeye, bir kuru ezbere dönüşüyor.
“Allah’ın iradesine teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir. Allah’a itaat insana itaati meneder. Bu, insan ile Allah arasında ve dolayısıyla insan ile insan arasında yeni bir münasebet teşkil etmektedir. Onun için kaderi kabul etmek kendini en büyük ölçüde hür hissetmektir. (…) Bize ait olan, gayret etmek, uğraşmaktır; netice ise Allah’ın elindedir” diyor Aliya merhum, ‘Doğu Batı Arasında İslam’ ismini verdiği değerli eserinde.
Meseleyi olan biten etrafında konuşup, gündelik hadiseler üzerinden değerlendirirken bir şeyi unutmayalım; bir insanın hayatı sadece dış dünyada yaşadıklarından ibaret değil, hayatımız iç dünyamızda olan bitenleri de kapsıyor. (…)
Yaygın olan kafa karışıklığıdır ki, az ya da çok hepimiz muzdaripiz bundan.
Yıllar yılı tek boyutlu sebep-sonuç propagandaları ile yetiştirildiğimizden, mantığın zihnimizde ve duygularımız üstünde kurduğu baskıdan kolay kolay kurtulamıyoruz. Bu ikilemden kurtulamadığımız ve meselelere teslimiyet gözlüğüyle bakamadığımız için, bir görme zafiyeti oluşuyor ister istemez pek çoğumuzda. (…)
Bir beden, ruh ondan ayrıldığında nasıl bir cesede dönüşüyorsa, inandığımızı söylediğimiz kavramlar da onlara bir ruh giydiremediğimizde içi boş bir kabuğa, sürekli tekrarlanan ama hayatımız için bir mana oluşturmayan kuru bir ezbere dönüşüyor. (…) “
No Comments