“Dirilt Ölüyü O Kalbindir”

 

Şems-i Tebrizî, hakkında fazla bir bilgimiz olmayan, eserleri varsa da pek bilinmeyen velî bir zâttır. O’nun Tâhirü’l-Mevlevî tarafından tercüme edilmiş, Hilmi Beyca‘nın yayına hazırlamış olduğu, Büyüyen AY Yayınları’ndan çıkmış (1. Baskı, Ekim 2020), ismi bu yazının başlığını teşkil eden kitabından yapacağım bazı alıntılamaların oluşturacağı bir yazı olacak bu. Şunu da belirteyim: Bu eser Tâhirü’l-Mevlevî’nin Şems-i Tebrizî’nin Makâlât’ından on faslın tercümesi olup Süleymaniye Kütüphanesi Fethi Sezai Türkmen Bölümü’nde 60 numara ile kayıtlı olup bir deftere Osmanlı Türkçesiyle elle yazılmış “Menâkıbü’l-Ârifîn’de Münderic Makalât-ı Şems-i Tebrizî’den On Faslın Tercümesi” başlığı verilmiştir. Yazma nüshanın 1947 tarihli olduğu belirtilmiş olup ilk bölümün tercüme metni olduğu ifade edilmiştir. Yayına hazırlanırken metnin dilinin olduğu gibi korunduğu ve bugün için anlamı bilinmeyecek kelimelerin anlamlarının ve metinde adı geçen şahıslara ait bilgiler ile yine metinde zikredilen âyetlerin ait olduğu sûre isimleri ve âyet numaralarının dipnotlarda verildiği belirtiliyor. İkinci bölüm Açıklamalar başlıklı olup, değinilen kavramlar başlıklar altında açıklanmış. Şems-i Tebrizî hakkında bilgiler var. Mevlânâ‘nın ifadesiyle Şems tasavvufun yanı sıra kimya, nücûm, riyâziyyât, ilâhiyyât, hikemiyyât, mantık, hilâf ve nârenciyyât ilimlerinde de mahirdir. Yine Mevlânâ’nın ifadesiyle ricâlullahın sohbetine eriştikten sonra bilgilerinin hepsini defterden silmiş, aklî ve naklî ilimlerden sıyrılıp tecrîd, tefrîd ve tevhîd âlemini tercih etmiştir.

İkinci karşılaşmaları Şems’in 642/1244’de Konya’ya gelmesiyle gerçekleşmiştir. Şems bu sıralarda yaklaşık 60, Mevlânâ ise 38-40 yaşlarındadır. İkisi arasında geçen konuşmanın mahiyetine dair farklı rivayetler vardır. Eflâkî ve Sipehsâlâr’ın rivayeti Makalât’takine yakındır. Buna göre Şems-i Tebrizî Konya’ya geldiğinde Eflâkî’ye göre Şekerciler Hanı’na, Sipehsâlâr’a göre Pirinççiler Han’ına yerleşmiş, Mevlânâ ders verdiği dört medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle birlikte ayrılıp giderken Şems ansızın önüne çıkmış ve bindiği katırın gemini tutarak: “Ey dünya ve manâ nakitlerinin sarrafı! Muhammed hazretleri mi büyüktür yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi?” diye sormuş. Mevlânâ: “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velîlerin başıdır” diye cevap verince Şems: “Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allah’ım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ dediği halde Bayezid, ‘Benim şanım ne yücedir, ben sultanların sultanıyım’ diyor” demiş. Bunun üzerine Mevlânâ: “Bâyezid’in susuzluğu az olduğundan bir yudum su ile kandı, idrak bardağı hemen doluverdi; hâlbuki Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” diye cevap vermiş. Şems bu cevabı duyunca kendinden geçmiş, bir müddet sonra da yaya olarak medreseye gitmişlerdir. Mevlânâ’nın Şems ile tanıştıktan sonra medresedeki derslerini bırakması, haktan uzaklaşıp bütün zamanını Şems’in sohbetine ayırması bazı nâkıs müridlerin şeyhlerini kendilerinden ayıran, kim olduğunu bilmedikleri Şems’e karşı kin beslemelerine ve Mevlânâ’nın vaazlarından mahrum kalan halk arasında çeşitli dedikoduların yayılmasına yol açmıştır. Konya ulemâsı, Mevlânâ gibi büyük bir âlimin bir dervişin peşine düşüp medreseyi terketmesinden dolayı Şems hakkında Sultan I.Alâeddin Keykubad’a şikayette bulunmuş, sultan, Mevlânâ’nın velâyetine müdahalede bulunmanın kendisine yakışmayacağını söyleyip şikayeti geri çevirmiştir. Şems, Konya’daki bu sıkıntılı ortam yüzünden 643’te (1245-46) âniden şehri terketmiş ve Dımaşk’a gitmiştir. Kaynaklar, Mevlânâ’yı çok üzen ve inzivaya çekilmesine sebep olan bu olayın ardından Şems’in Dımaşk’ta olduğunu öğrenen Mevlânâ’nın Şems’e Arapça-Farsça dört manzum mektup gönderdiğini, Şems’in Dımaşk’ta yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra Konya’ya döndüğünü, Mevlânâ’nın evlatlığı Kimyâ Hatun ile evlendiğini, eşinin ölümünden yedi gün sonra Şaban 644’de (Aralık 1246) ikinci defa kaybolup Dımaşk’a gittiğini söyler. Mevlânâ oğlu Sultan Veled’i Şems’i bulması için Dımaşk’a göndermiştir.

Mevlânâ ile Şems ilk defa Dımaşk’ta veya Halep’te karşılaşmıştır. Eflâkî’ye göre babasının vefatından sonra mürşidi Seyyid Burhâneddin’in emriyle ilim tahsili için Dımaşk’a giden Mevlânâ bir gün halkın arasında iken başında külâhı, sırtında siyah elbisesiyle Şems’i görmüş, elinden tutup ona: “Ey dünya sarrafı beni anla!” demiş. Şems bu sözün etkisiyle istiğrak haline girmiş, kendine geldiğinde Mevlânâ oradan gitmiştir. Bazı kaynaklarda Şems’in Anadolu’ya yönelmesi Mevlânâ’daki bu kemâli keşfetmesine bağlanır.

İkinci karşılaşmaları Şems’in 642/1244’de Konya’ya gelmesiyle gerçekleşmiştir. Şems bu sıralarda yaklaşık 60, Mevlânâ ise 38-40 yaşlarındadır. (…) Eflâkî ve Sipehsâlâr’ın rivayeti Makâlât‘takine yakındır. (…) Mevlânâ ders verdiği dört medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle birlikte ayrılıp giderken Şems ansızın önüne çıkmış ve bindiği katırın gemini tutarak: ‘Ey dünya ve manâ nakitlerinin sarrafı! Muhammed hazretleri mi büyüktür yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi?’ diye sormuş. Mevlânâ: “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velîlerin başıdır” diye cevap verince Şems: ”Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allah’ım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ dediği halde Bâyezid, ‘Benim şanım ne yücedir, ben sultanların sultanıyım’ diyor” demiş. Bunun üzerine Mevlânâ: “Bâyezid’in susuzluğu az olduğundan bir yudum su ile kandı, idrak bardağı hemen doluverdi; hâlbuki Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” diye cevap vermiş. Şems bu cevabı duyunca kendinden geçmiş, bir müddet sonra da yaya olarak medreseye gitmişlerdir. (…) Konya ulemâsı, Mevlânâ gibi büyük bir âlimin bir dervişin peşine düşüp medreseyi terketmesinden dolayı Şems hakkında Sultan I. Alaeddin Keykubad’a şikayette bulunmuş, sultan, Mevlânâ’nın velâyetine müdahalede bulunmanın kendisine yakışmayacağını söyleyip şikayeti geri çevirmiştir. Şems, Konya’daki bu sıkıntılı ortam yuzunden 643’te (1245-46) âniden şehri terk etmiş ve Dımaşk’a gitmiştir. Kaynaklar, Mevlânâ’yı çok üzen ve inzivaya çekilmesine yol açan bu olayın ardından Şems’in Dımaşk’ta olduğunu öğrenen Mevlânâ’nın Şems’e Arapça-Farsça dört manzum mektup gönderdiğini, Şems’in Dımaşk’ta yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra Konya’ya döndüğünü, Mevlânâ’nın evlatlığı Kimyâ Hatun ile evlendiğini, eşinin ölümünden yedi gün sonra Şâban 644’te (Aralık 1246) ikinci defa kaybolup Dımaşk’a gittiğini söyler. (…)

8 Şaban 645 (8 Aralık1247) tarihinde Şems kayıplara karışır. Mevlânâ 4 defa Dımaşk’a Şems’i bulmak umuduyla yolculuk yapmış ancak onu bulamamıştır.

“Şems-i Tebrizî’den bazı sözler: ‘Marifet nedir?’ diye sordular. Buyurdu ki: ‘Marifet, kalbin Allah ile olmasıdır.’ ‘Diriyi öldür ki , o cesedindir. ‘Ölüyü dirilt ki, o Kalbindir.’ ‘Hazırı kaybet ki o dünyadır. ‘ ‘Kaybı hazır kıl ki, o âhirettir. ‘ ‘Varı yok et ki, o heva ve hevestir. ‘ ‘Yoku var et ki, o da niyettir.’ ‘Marifet kalpte, şehadet dilde, hizmet âzâdadır.’ ‘Eğer cehennemden kurtulmak istersen taatta bulun.’ ‘Eğer şefaat istersen niyet et.’ ‘Eğer Mevlâ’yı istersen O’na teveccüh eyle ki o saatte bulasın.’ ”

No Comments

Leave a Comment

Please be polite. We appreciate that.
Your email address will not be published and required fields are marked