Sadreddin Konevî’nin Esmâ-i Hüsnâ Şerhi’nden alıntılar
Müellifi Sadreddin Konevî olan, Ekrem Demirli tarafından tercüme edilen, İZ Yayıncılık’tan 4. Baskısı 2011’de çıkan bu eserin İlâhî İsimlerin başlıklarını teşkil ettiği bölümlerin bazılarından yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
Allah’ın rahmeti, Hakk’ın kendisini en büyük müjde ile gönderdiği kimsenin üzerine olsun. Allah, onu en uzak ve en yakında bulunanlar için rahmet (dipnot: ‘Biz seni âlemlere rahmet diye gönderdik.‘ (Enbiya, 21/107) kılmış, böylelikle o, gaflet halinde susamış kimselere en tatlı içeceği sunmuş, nasihatlerinin kâseleriyle muhabbet şurupları ile o insanları sulamıştır. Salât ve selâm, o zât’ın aile ve dostlarının üzerine olsun. O’nun ailesi, âhiret ve dünyanın efendileri, dostları ise, hidâyet ehli için yol klavuzlarıdır.”
“İlahî isimler , var olan şeylerin maddeleri ve mümkünlerin asıllarıdır; hiçbir şeyin zuhûru bu isimlersiz mümkün olmadığı gibi, imkân âleminin kâideleri de, ancak onlara dayanarak sâbit olabilir. Şâyet ilâhî isimlerin hükümleri ve bu isimlerin tasarrufları olmasa idi, kevn’in (acun, kozmos) varlığı adına hiçbir isim ortaya çıkmaz, bir resim zuhûr etmezdi. Hal böyle olunca, uzun yıllar akşam-sabah tilavetleriyle ilgilendiğim ve okuma esnasında ünsiyet içeceklerinin kâseleri ile mesrûr olduğum için, bu ilâhî isimlerin açıklanabilecek bazı sırlarını ortaya çıkartmak ve hakîkatlerinden mümkün olabilecekleri izaha dönük şevkim artmıştır; bu isimlerin okunması, her türlü başarı ve kurtuluşu temin eder. Bunun üzerine, Allah’tan hayırlısını nasip etmesini diledim; O, “dilediğini yaratır ve seçer, onların ise ihtiyârı (seçmesi) yoktur. (dipnot: Kasas sûresi 28/68)
Allah bana ilham edip, teyit ettiğinde ise, bu isimlerin hakîkatlerinden ihsân şeyler kaydettim; bu, vakit hükmünün gerektirdiği şekilde zevk ve işâret ehlinin diliyle olmuştur; zevk ve işâret ehli, ulvî himmetlerin ve erdemli nefislerin sahipleridir. Yoksa, bu sırları düşük derecede bulunan nazar mensuplarının mertebelerinin diliyle ifade etmedim. Çünkü Rabbu’l-erbâb’ın isimlerinin sırlarının ortaya çıkartılması, sakınanlar için bir yol gösterme, akıl sahiplerinin ruhları için bir gıda; Gaybları bilenin sıfatlarının hakîkatlerinin izhârı da, erbabü’l-kulub olan insanların gönüllerindeki derde şifadır.
Gayb sahalarının fezâsının göğünde, ancak fikir ve his idrâk vasıtalarının kayıdllarından kurtulanlar dolaşabilir. Şirk ve kuşku karanlığı, ilâhî isim ve sıfatların kudsiyet hazinelerindeki tecellîlerinin tasarruflarını müşahede etmekle ortadan kalkabilir.
Bu tarz ilimler (: isim ve sıfatların tecellîlerinin tasarruflarını bilmek), öncüller düzenleyerek, tertip ve şüpheler serd ederek gerçekleşmez; bilakis bu gibi ilimler, arzulara muhalefet etmek, dünya sevgisini ortadan kaldırmak ve de takvanın hakîkatlerini tam olarak yaşamak sayesinde gerçekleşir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Allah’tan korkunuz, O size öğretir.’ (Bakara,2/282)
Sahih bir rivayette Hz. Peygamber’in (a.s.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ‘Muhakkak ki Allah Teâlâ, gözlerden perdelenmiş olduğu gibi, akıllarda da perdelenmiştir. Mele-i a’lâ da, sizler gibi, O’nu talep ederler.‘
Dolayısıyla, insan türü Mele-i a’lâ ile Hakkı talepte ortak kabul edilmiş,buna karşın her ikisi talebin niteliğinde birbirlerinden ayrılmışlardır. Çünkü Mele-i a’lâ, Hakk’ı aklî nurlar vasıtasıyla talep ederler; bunun nedeni, onların (: maddeden) soyut akıllar olmalarıdır. Oysa Allah (c.c.), akıllardan perdelenmiştir. Şu halde Mele-i a’lâ, aklî nurlar ile zât’ın sırlarına ve sıfatların hakîkatlerine nasıl ulaşabilsin ki? (…)”
No Comments